Hepimiz zaman zaman “sorumluluk” kelimesini duyuyoruz. Kimi zaman ailemizden, kimi zaman öğretmenlerimizden, kimi zaman da iş yerinde yöneticilerimizden… Ama aslında sorumluluk, sadece dışarıdan bize hatırlatılan bir şey değil; insanın kendi içinde taşıdığı, hayatı daha anlamlı kılan görünmez bir rehberdir.
Sorumluluk, başkalarına karşı olduğu kadar kendimize karşı da vardır. Sabah alarmı ertelememek, ders çalışmak, işimizi zamanında yapmak, verdiğimiz sözü tutmak… Bunların hepsi küçük küçük sorumluluklardır. Biriktiğinde ise karakterimizin en sağlam temellerini oluşturur. Çünkü insan, üstlendiği sorumluluk kadar büyür.
Hayatta bazen şöyle bir yanılgıya düşeriz: Sorumluluk almak insanı kısıtlar, özgürlüğünü daraltır diye düşünürüz. Oysa işin aslı tam tersidir. Sorumluluk, özgürlüğün bir tamamlayıcısıdır. Bir insan, yaptığı seçimlerin sonucunu üstlenebildiği ölçüde gerçekten özgürdür. Mesela, kararlarının arkasında durabilmek, hatasını kabul edip telafi edebilmek… İşte bunlar, özgürlüğü olgunlaştıran davranışlardır.
Sorumluluk duygusu aslında küçük yaşlarda filizlenir. Çocuğa verilen ufak görevler—odasını toplamak, çiçekleri sulamak, evcil hayvanına bakmak—onun içindeki sorumluluk duygusunu besler. Yıllar geçtikçe bu küçük görevler büyür; iş hayatında, ailede, toplumda kendine daha ciddi yer bulur. Ve kişi, kendi hayatını yönetebilen, çevresine faydalı olabilen biri haline gelir.
Ama sorumluluk sadece yük değil, aynı zamanda bir gurur kaynağıdır. Bir işin altına imzanı atmak, “Bunu ben yaptım, ben üstlendim” diyebilmek insana derin bir tatmin verir. Bu yüzden sorumluluk aslında hayatın yükü değil, hayatın değerini artıran bir armağandır.
Sonuç olarak, sorumluluk hayatımızın her köşesinde bizimle yürüyen sessiz bir rehber gibidir. Bazen yorucu, bazen zorlayıcı görünse de insanı geliştiren, olgunlaştıran en önemli erdemlerden biridir. Belki de hayatı güzel kılan şey, her birimizin üstlendiği sorumluluklarla hem kendimize hem de başkalarına dokunabilmemizdir.
YORUMLAR