"Ben neyim?", "Niçin yaşıyorum?", "Görevim ne?"
Sorularının cevabı;
"Bizim yalnızca çok küçük bir zaman diliminde, çok küçük bir parçasını bildiğimiz o bütünün ve insanlığın varlık anlamı ne?” Sorusunun cevabında saklı…
İnsan hayatın dert ve saçmalık olduğunu kavrar…
Ölümün hayattan iyi olduğunu bilir…
Fakat hayatına son verecek zihinsel güce sahip olmadığı için sanki bir şeyler bekliyor gibi yaşar…
Bu zayıflığın yolu…
Çünkü eğer ben daha iyi olanı biliyorsam ve buna gücüm de yetiyorsa, kendimi daha iyi olana vermekten neden geri kalayım?
Aklım, yaşamın akılsızca bir şey olduğunu kabul etmişti.
Eğer daha yüksek bir akıl yoksa -ki yoktur ve varlığı hiçbir şeyle ispatlanamaz- o hâlde bence akıl, yaşamın oluşumunu meydana getirir.
Akıl olmasa, benim için yaşam da olmaz.
Fakat bu akıl eğer yaşamın sebebi ise, yaşamı nasıl inkâr edebilir ki?
Ya da tam tersine yaşam olmasa, benim aklım da olmaz; yani akıl yaşamın yaratığı ve yaşam her şeydir.
Akıl yaşamın meyvesi ve bu akıl bu yaşamı inkâr etmekte…
Bu noktada doğru olmayan bir şeyin var olduğunu hissediyorum…
Herkes nasıl oluyor da yaşamayı sürdürüyor ve yaşamın akla uygunluğundan bir an olsun şüphe etmiyor, bunu anlayamıyorum…
Bütün bu düşünceler aklıma şu soruyu getirdi:
"Ya henüz bilmediğim bir şey varsa?"
Cehalette işte aynen böyle çalışır.
Cehalet hep aynı şeyi söyler ve eğer bilmediği bir şey karşısına çıkarsa onun saçma olduğunu söyler.
Aslında insanlık bir bütün yani yaşayan tüm insanlar sanki hayatın anlamını kavramış gibi davranırlar…
Benim içimdeki ve çevremdeki her şey, maddî ve maddî olmayan ne varsa, hepsi onların yaşam hakkındaki bilgilerinin meyvesi…
Zekâmın bu yaşamı yargılama ve lanetlememe yarayan araçları benim tarafımdan değil, onlar tarafından meydana getirilmiş. Ben onlarla doğdum, eğitildim, büyüdüm…
Böylece şunu zorla kabul etme durumuna geldim:
O döneme kadar bana göre biricik ve kesin sayılan akla dayalı bilginin yanında, bütün insanlığın akıl dışı bir başka bilgisi var
Bu bilgi, insana yaşamak ve yaşamını sürdürmek imkânı veren yaratıcının kurgusuna olan inançtı.
İnancın bütün akıl dışılığı benim için o güne kadar ne ise, öyle kaldı; fakat onu kabul etmek zorundaydım.
Çünkü yalnızca o, insanlığın yaşamın anlamına dair sorularına cevaplar buluyor ve yaşama imkânı sağlıyordu.
Akla dayalı bilgi beni hayatın saçma bir şey olduğunu kabullenmeye sürüklemişti; yaşamım durmuş, donuklaşmış ve ben de onu yok etmek arzusuna kapılmıştım.
İnsanlara, bütün insanlığa bakıyordum ve görüyordum ki, insanlar yaşıyorlardı. Üstelik yaşamın anlamını bildiklerini iddia ederek…
Sonra kendime baktığımda görüyordum ki, ben yaşamın anlamına dair sorulara cevaplar bulduğum sürece yaşıyordum.
Diğer insanlara olduğu gibi bana da yaşamın anlamını ve yaşama imkânını inanç vermişti.
Başka ülkelerin insanlarına, çağdaşlarıma ve ölmüşlere baktığımda, yine aynı şeyi görüyordum.
İnsanlığın başlangıcından itibaren, yaşamın olduğu her yerde, yaşama imkânını ve iradesini inanç veriyordu.
İnancın ana çizgileriyse her yerde hep aynıydı.
(Kaynak: Tolstoy, “Hz. Muhammed”. Karakutu yay. 2005.s.69-79)
YORUMLAR