Dini inancı olmayan kimselerin hakikatten nasıl uzaklaştıklarını, küfür hastalığına karşı bir
"koruyucu hekimlik" yapabilmek adına öğrenmemiz elzemdir.
Okullarda Kimya, Fizik, Matematik, Biyoloji, Coğrafya gibi pek çok konu neden-sonuç
ilişkisi bağlamında öğretilir. Böyle bir eğitimden geçerek okul okuyan pek çok kimse,
hayatıyla ilgili pek çok konuda, neden? sorusunu sormaya alışır. Dinle ilgili konularda da,
neden? sorusunu sormaya başlar. Aslına bakarsanız, tahkikin artmasını sağlayan bu durumda
bir sorun yoktur.
Okullardaki dersler, neden-sonuç ilişkisine müdahil bir Yaratıcıdan söz etmediğinden taklidi
iman, akılda oluşan sorulara karşı zorlanmaya başlıyor. Evrendeki neden-sonuç ilişkileriyle
hiçbir şekilde irtibatlandırılmayan Yaratıcı, "yokmuş gibi" varsayılarak natüralist bir eğitim
veriliyor. Asıl sorun buradadır. Taklidi imana sahip bir çok kişi, bu şekilde bilim anlatılması
vesilesiyle Yaratıcıya ihtiyaçlarının olmadığını, yalnızca sebeplerle işlerin döndüğüne
inanmaya başlıyor.
Günümüzdeki kadar çok okuyan ve çok sorgulayan bir neslin olmadığı bir dönemde bile
Maturidi, taklidi imanın caiz olmadığını belirtmiştir. Günümüzde ise bu söz, daha çok önem
arz ediyor.
Okula başlama çağına gelmemiş çocuklarda bile Allah'ı niye göremiyoruz? ve Allah niye bizi
herhangi bir sıkıntıya sokuyor? gibi sorular olabiliyor. Akıllardaki bu sorular, öğrenebilmek
için gayet fıtridir. Fakat bu çocuklar, ebeveynleri tarafından makul cevaplar alamadan
büyüyor ve birer yetişkin oluyor. Fıtrata uymayan durum ise budur.
Sorularına makul cevaplar alamadan büyüyen çocuklar, günümüzdeki mevcut eğitim
sistemine tabi tutulmalarıyla, özellikle liselerde ve üniversitelerde natüralist felsefe inancına
göre bilimi öğrenerek, azıcık var olan taklidi imanları sarsılıyor.
Böylece bu kimseler, "Bilim, her türlü işleyişi nesnel nedenleriyle açıklıyor, bilimin içine
inancı sokmayın" demeye başlıyor. Halbuki evrendeki her türlü işleyişin metafizik/beşinci
boyut olmadan, nesnel nedenlerle gerçekleştiğini kabul etmekte bir inançtır. Ama bununda
bir inanç olduğu okullarımızda öğretilmiyor. Bu inanç, bilim kisvesi altında objektiflik ve
nesnellik olarak eğitim sistemimizde lanse ediliyor.
Zigotun oluşması, rüzgarın oluşması, yağmurun yağması, Güneşin doğması, yaprağın
düşmesi gibi faaliyetlerde görülen sebep-sonuç ilişkilerinde, sonuca etki edenin mutlak olarak
"sebepler" olduğuna dair bir inanç olan natüralist felsefe, bilimin içerisine sokuşturulmuştur.
Yaratıcıya hiçbir ihtiyacın olmadığı algısı zihinlere zerk ediliyor.
Maalesef bilimin içine sokuşturulmuş bu batıl inanç, okullarda öğrencilerin bilinçaltına
nesnellik ve objektiflik olarak sunulmaya devam ediyor. Okullarımızda bu şekilde bir
natüralist inanç ile bilimsellik kılıfı altında, ateizm ve deizm propagandası yapılıyor.
Mesela, Kimya ve Fizik derslerinde kütlesel korunumu yasası, batıl yorumlar eşliğinde
gencecik dimağlara, "Var olan şey yok, yok olan da var edilemez." inancını aşılıyor.
Kütlesel korunumu yasası, kimyasal tepkimeye giren maddeler ile ürün olarak çıkan
maddelerin kütlesinin birbirine eşit olduğunu kabul eder. (X+Y=Z+T)
Bu yasayı naturalist inançlarıyla yorumlayanlar, kimyasal tepkimeye giren ile çıkan atomların
toplam kütlesi birbirine eşit olduğundan, kütlenin durumunun yeniden düzenlenebilir
olduğunu, herhangi bir yaratılma ve yok olmanın olmadığını dile getiriyor.
Böylece natüralistler bir Yaratıcıya ihtiyacın olmadığını vurguluyor. Taklidi imanı olan-
olmayan pek çok öğrenciye, natüralist eğitim sistemi bu inancı aşılıyor. Taklidi imanı olan ve
ibadetlerini yerine getirmeyerek taklidi imanı azalan kimselerin bu gibi mantıklı gözüken
yalanlara inanması maalesef kolaylaşıyor.
Şu an ve her zaman, herhangi bir yaratılmanın olmadığına dair bir batıl inanç, natüralist
eğitimle zerk edilerek, hayata müdahil olmayan bir Yaratıcı anlayışı aşılanıyor. Deizm ve
ateizm propagandası yapan bu eğitim sistemimiz, "bilinçli tasarımcı"nın olduğunu
vurgulayan bir eğitim sistemine dönüştürülmelidir.
Bir varlığın oluşumunda rol alan ve cansız atomların bir araya gelmesinde gözlemlenen
nedenlere etki eden bilinçli bir kudret ve tasarım olmasaydı, bunca sanatlı canlı varlık
meydana gelebilir miydi?
Bu sene ortaya çıkarılan milyonlarca bitki, meyve, sebze geçen sene yoktu… Aynı toprak, su,
güneş, havadan; rengi, kokusu, tadı, vitamin değeri birbirinden farklı olarak bu nimetler var
edildi. Nimetin var edilmeden önceki atomlarının kütlesiyle, nimetin var edildikten sonraki
kütlenin eşit olması, yaratılmanın olmadığını göstermez.
Birbirinden faklı maddelerin bir araya getirilerek, kendisini oluşturan maddelerden bambaşka
bir şeyin şeyin var olması, bilinçli bir tasarıma ve yaratılmaya delalet eder. Bir odundan tadı,
rengi, kokusu hoşumuza giden meyvelerin çıkması, tüm zamanlarda yaratılışın hakikat
olduğuna güzel bir örnektir.
Suyun içerisinde hidrojen ile oksijen atomları bulunmaktadır. Bu atomların birliktelik
oluşturabilmesi, her iki farklı atoma ait protonların, birbirinin kütlelerini tutmasıyla ancak
mümkün olur. Bu iki farklı atomdaki protonların, birbirlerinin kütlelerini tutabilmeye imkan
oluşsa dahi, elektronlarının elektrik yükleri birbirinini tutmazsa, su diye bir yaşam kaynağı
oluşamaz. Ama nedense cansız, ilimsiz, kudretsiz elektrik yükleri birbirlerine tutturuluyor.
Aksi halde su gibi zaruri bir nimet var olmayarak, "yok" olarak kalmaya devam ederdi.
Anlaşılan, bilinçli bir var eden ve dilerse yok eden bir aşkın varlık var.
Bitkilerin zamanla dağılan maddelerinin toplam kütlesi doğada korunuyor olsa dahi, daha
önce var olan bu bitkiler artık ortada yoktur. Bitkilerin yok edilmesi söz konusudur.
Natüralist bakış açısıyla kütle korunumu yasasını yorumlayanlar ise, yok oluşu kabul
etmiyor. Kendisini oluşturan parçalara ayrılan bitkilerin, dağılan maddelerinin halen doğada
var olmasından yola çıkarak, bu bitkilerin yok olmadığına dair akla ziyan bir görüş,
savunulmuş oluyor. Böyle bir görüş, maddi gözü ve akıl gözünü hiçe saymaktır. Çünkü daha
önce var olan bitkiler artık yok olmuştur.
Bu sene oluşan milyonlarca bitki, meyve, sebze dahi, zaman içinde elementlerine kadar
ayrılarak, dağılarak ortadan kayboluyor.
Kütlelerin korunumu olmasaydı, bilim adamlarına göre evrendeki düzen bozulurdu.
Evrendeki düzeni sağlaması için toplam kütlenin korunuyor olması, herhangi bir varlığın
henüz yokken yaratılmış olduğu gerçeğine halel getirmez. Bir düzen içinde maddelerin bir
araya getirilmesi, bir düzen içinde yokken var edilen (yaratılan) canlı-cansız nimetlerden söz
edebilmemizi sağlar.
Yaratılmış maddelerin, tamamen yok olmaması yani kütlelerinin korunuyor olması, El-Hafiz
(Muhafaza eden) isminin delilidir. Fakat yaratılmış canlıların (bitkilerin, hayvanların,
insanların) zamanla doğada parçalarına ayrılarak, bir düzen içinde ortalıktan yok olmaları,
intizamlı ve ilimli bir Yaratıcıya işaret eder.
Kütlesi korunan atomların bir araya getirilerek, bir varlığın oluşturulmasında gözlemlenebilen
neden-sonuç ilişkisinde "neden"e etki edenin ne olup, olmadığını bilim, yüzyıllardır
açıklayamadı. Nedenlere etki eden bir Yaratıcı olmasaydı; yağmurlar, bitkiler, ağaçlar,
insanlar, hayvanlar her daim oluşamazdı. Demekki birbirlerinden farklı atomlarla yepyeni
varlıklar oluşturularak, faal bir Yaratıcı tarafından hayata müdahale edilmiş olunuyor.
Kütlesel korunumu yasası, "Einstein’in Madde ve Enerjinin Birlikte Sakımı Kanunu”
şeklinde, bilim çevrelerince bir düzeltmeye uğramıştır. Çünkü Einstein, İzafiyet teorisinde
maddenin yoğunlaşmış enerji olduğunu, enerjinin maddeye, maddenin de enerjiye
dönüşebileceğini bilim dünyasına kabul ettirmiştir. (E=mc²)
Dolayısıyla madde, enerjiye dönüşmüş miktarı kadar kütle kaybına zamanla uğrayabilir.
Fakat eski bir kabul olan, düzeltilmeye uğramış ve tamamen doğru olmayan kütlesel
korunumu yasası, ders kitaplarında hesaplamalarda kolaylık olsun diye bahsedilmektedir.
Bunu fırsat bilen natüralizm felsefesi, büyük bir yalana hizmet ediyor. Öğrencilere, "Var
olan şey yok, yok olan da var edilemez." diye bir batıl inanç halen ders kitaplarında
aşılanıyor.
Suat Altınbaşak
YORUMLAR