Müslumanlarin ve materyalistlerin ölüm sonrasına bakışı
Materyalistin ölüme bakışı aşağıdaki gibi fecidir ve berbattır. İnsanın ruhunu karartır ve acı verir.
Herseyi sadece madde itibarıyla ele alır. Bu bakışta insanın esası olan ruh yoktur. Böyle düşündükleri için rahmet ve merhametten mahrum kalırlar. Şöyle ki, derler:
Sen öldükten bir saat sonra ağlamalar azalır. Ailen eve gidip yakınlarının yeme içme işiyle ilgilenmeye başlar.
Bu sırada bedeninde organizmalar çalışmaya başlar.
İki saat sonra ise evini arayip cenazeye katılamayanlar mazeret bildirirler.
Bu sırada evindeki taziyeye gelenler spor ve siyaset konuşmaya başlar.
Altı saat sonra birinci dereceden yakınların hariç diğer herkes evine dönüp, bir sonraki gününü planlamaya başlar. 24 Saat sonrasında
iç organların çözünmeye başlar. Bu sırada telefonuna önü bilmeyen kişilerin aramaları, reklam mesajları gelmeye devam etmektedir.
İki hafta sonra çocukların miras paylaşımı için bir avukatla görüşür ve tırnaklarınla dişlerin dökülmeye başlar.
3 Ay sonra ise eşin televizyonda bir komedi filmine güler ve senin bedenin sıvılaşmaya başlar.
Bir yıl sonra yıl dönümünde birisi: "Vay be, bu kadar oldu mu? Daha dün gibi." der ve vücudundaki asit kefenini eritir.
On yıl sonrasında bir arkadaşın eski bir fotoğrafta görüp hatırlar.
Bedeninden geriye kalan sadece kemiklerdir.
Materyalistlere göre bu dünyadaki varlığının tamamen unutulması, bu kadar kısa sürecektir.
Materyalistin ölüme bakışı işte böylesine acı veren bir düşüncedir.
Herseye sadece böyle madde itibarıyla bakar ve maddeyi esas alır.
Halbuki durum başkadır. Biz de materyalistler gibi değil Allah’a iman eden bahtı açık insanlar gibi deriz, Şöyle ki:
İnsanın ruhu bakidir, ölmez. Ölen, sönen ve tükenen sadece bedendir, cesettir.
Insanin cesedi aşağıdaki safhalari gerçekleştirir. Dunyada tespit edilenler bu sekildedir.
Fakat bir de maddi bakış acısiyla tespit edilemeyen gercekler vardır.
insanın en değerli varlığı olan ruh, nasıl bir durumla karşılaşır?
İşte asıl düşünülmesi gereken budur.
Ruhumuz öldukten sonra ne ile karşılaşacak?
Bunun cevabı Kur'an, hadis ve tefsirlerde bulunmaktadır.
İşte ölüm anında yaşanacak olaylar bu kitaplarda şu şekilde gerçekleştirilecektir.
Ruh bedenden ayrilirken çok önemli bir aşamadan geçmektedir. Burada ruhumuz koruma altına alınır.
Azrail isimli büyük melek ile karşılaşacağız.
Zaman ve mekan kavramı başka bir şekle dönecek.
İnsanın cesedi ve bedenindeki ağrı, sızı ve hastalıklar bir anda sona erecek.
Materyalistlerin inandığı gibi sonsuz bir karanlık ve yalnızlığın olmadığı İşte bu anda anlaşılacak.
İnsanın bedeninde bulunan kısıtlamalar büyük ölçüde kalkacak. Yani gözümüzün önündeki perdeler kalkacak. Ruh ve duygularımızla bambaşka bir hayata adım atacağız.
Bu hayat aynı dünyaya gelirken yaratildiğimiz gibi yeni bir hayatın başlangıcı olacak.
Ölüm de aynı doğarken yaşadığımız gibi yeniden yaratılış olayıdır. Ve yaratıcı olan tektir. Allah’tir. Allah’tan başka hiç bir şey yaratamaz ve hayatı veremez.
Ruhumuz yeni hayatında çok çeşitli melek ve ruhaniyatla başbaşa kalacak. Herbiri ile çeşitli sorgu, sual ve diyaloğu olacak.
Eğer Allah’a imanı varsa o kişinin ruhuna ne mutlu...
İlk sual olan "Rabbin kimdir?" sorusuna verilecek cevap; kıyamete kadar geçecek sürenin en önemli anı olacaktır.
Allah’a inanan insanların ruhları geleceğinden emin olduğumuz hatta materyalistlerin dahi inkâr edemediği kıyamete kadar bu sualin cevabına göre şekillenecek.
Allah’a inanan insanlar bu sefer ikinci bir suale cevap verecekler. O da namazdır. Namazını kılan insanların ruhu bu zaman diliminde huzur içinde kalacak. İnandığı halde namaz kilmayanlarin durumu ise oldukça tehlikeli ve sıkıntılı bir sürece girecektir.
Kabir hayatı denilen bu hayat diliminde insanın cesedi çürüyüp un ufak olsa da ruhu diridir ve kıyamete kadar dünyadan pek farklı bir alemde hayat sürecektir.
Nihayet kıyamet adı verilen dehşetli bir zaman yaşanacak. Allah’a imanı olan ve olmayan insanların da ruhları, kıyamet anını yaşayacak. İmanlı insanlar hayranlıkla imansız insanlar ise dehşet içinde kıyamet anını yaşayacak ve yaşayacağız.
Kıyamet sonrasındaki süreci ancak dini ilimlerde ileri derecede ilim sahibi olanlar bilmektedir.
Bizim Kur'an ve hadis tefsirlerinden bildiğimiz ise İsrafil Aleyhisselam'ın Sur'a üflemesi ile asıl ve gerçek hayat olan ahiret hayatının yaratılması sürecidir.
Bu anda ruhlar cesetlerine yeniden kavuşacak dunyadakine kısmen benzeyen fakat çok daha başka bir hayata adım atılacak.
Kur'an ve hadislerde bu hayatın özellikleri detaylı bir şekilde açıklanmış ve ifade edilmiştir.
Haşir meydanında ruhlar cesetleri ile beraber birleşecek ve toplanacak.
Allah’a iman edenler Hazreti Muhammed Aleyhissalatü Vesselam’ın sancağı altında bulunacaklar.
Allah’a inanmayıp iman etmemiş olanlar ise çok büyük bir dehşet içinde kalacaklar.
Allah’a ve Resulüne iman edenlere ne mutlu!
Rabbım cümlemizi bu insanların zumresine ilhak etsin.
Haşır meydanında bütün insanlar Allah’in rahmet ve merhametine ne kadar muhtaç olduğunu hissedecekler.
Allah’in merhameti, izni ve Hazreti Muhammed Aleyhissalatü Vesselam’ın şefaati, inanan insanların en güçlü dayanağı olacaktır.
Ve buradan kafilelerle sırat köprüsü denilen insan düşüncesinin kavramakta güçlük çekeceği bir geçit ve yola gidecekler.
İşte böyle bir anda da namaz kılan insanlar büyük bir nimete daha kavuşacaktır.
Burak isimli bir binek Allah’in luftu ve imanlı insanlara Nur ve ışık olacak.
Sırat yolculuğu çoğu insan için bir felaket olacak. Bu geçitten geçmek için en önemli ihtiyaç imandır. Allah’a inancı olmayan insanlar sırat köprüsünde bulunan görevliler tarafından cehennem adı verilen dehşetli bir kuyuya çekilecektir.
Ne kötü bir dönüş yeridir cehennem.
Allah cümlemizi bu korkunç ve dehşetli cehennemden muhafaza etsin...
Yolculuğun sırat köprüsünden sonraki adımı ise Allah’a inancı olan insanlar için çok güzeldir.
Sonsuzluk ülkesi olan cennette ebedi olarak kalacaklardır.
Cennet ve hayatının güzelliğini anlamak şu dar akıl ve duygularımız için mümkün değildir.
Merhum Ziya Paşa’nın dediği gibi "İdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez, Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez" ...
Sonsuzluk ülkesinin en güzel anı ise "Rüyet i Cemalullah" ismi verilen Allah’a kavuşma anıdır.
Öyle büyük ve güzel bir andır ki, hadise göre bin yıllık cennet hayatı dahi bu anın güzelliğini ifade etmeye yetmez.
Ayette "Nice yüzler o gün ışıldar, parlar; Rabbine nâzır (O’nun cemâline bakmaktadır)." (KıyametSuresi, 75/22)
Bu anın güzelliğini bir parça düşünmek için bir hadiste şöyle denilmiştir.
Buhâri ve Müslim’in meşhur hadislerinde yer alan, Ebu Said ve Ebu Hüreyre’den rivayet edilen sahih bir hadiste şöyle buyrulur: Ashaptan bazı kimseler:
“Ey Allah’ın Resulü! Biz kıyamet günü Rabbimizi görecek miyiz?” diye sordular. Resulullah (sav.):
“Sizler, bulutsuz bir günde güneş ve ayı görmekten rahatsız olur musunuz?” diye sordu. Onların hayır demeleri üzerine Allah Resulü (sav.) şöyle buyurdular:
“İşte siz Rabbinizi böylece göreceksiniz.”
Peygamber Efendimiz (sav.) başka bir hadis-i şeriflerinde de şöyle buyururlar:
"Cennetlikler cennete girince Allah Teala Hazretleri: 'Bir şey daha istiyorsanız söyleyin, onu da ilaveten vereyim!' buyurur. Cennetlikler:
'Sen bizim yüzlerimizi ak etmedin mi? Sen bizi cennete koymadın mı? Sen bizi cehennemden kurtarmadın mı (daha ne isteyeceğiz?)' derler. Derken perde açılır. Onlara, yüce Rablerine bakmaktan daha sevimli bir şey verilmemiştir.”
Bediüzzaman Said Nursi, Sözler isimli eserinde rü’yetullah meselesini şöyle ifade etmektedir:
"Rü'yet-i cemalullah meyvesini kendi aldığı gibi, o meyvenin her mü'mine dahi mümkün olduğunu, cin ve inse hediye getirmiştir ki, o meyve, ne derece leziz ve hoş ve güzel bir meyve olduğunu bununla kıyas edebilirsin. Yani: Her kalb sahibi bir insan; zîcemal, zîkemal, zîihsan bir zâtı sever. Ve o sevmek dahi, cemal ve kemal ve ihsanın derecatına nisbeten tezayüd eder, perestiş derecesine gelir, canını feda eder derecede muhabbet bağlar. Yalnız bir defa görmesine, dünyasını feda etmek derecesine çıkar. Halbuki bütün mevcudattaki cemal ve kemal ve ihsan, onun cemal ve kemal ve ihsanına nisbeten; küçük birkaç lemaatın, güneşe nisbeti gibi de olmaz. Demek nihayetsiz bir muhabbete lâyık ve nihayetsiz rü'yete ve nihayetsiz bir iştiyaka elyak bir Zât-ı Zülcelali Velkemal'in saadet-i ebediyede rü'yetine muvaffak olması, ne kadar saadet-aver ve medar-ı sürur ve hoş ve güzel bir meyve olduğunu insan isen anlarsın"
Bediüzzaman, bu hakikati kitaplarinda şöyle ifade eder, der kı:
“Ey büyüklüğünün nihayeti olmayan Allah’ım! Sen öyle bir Zât-ı Zülcelâlsin ki, azametini tavsîf etmekte akıllar âciz, ceberûtunun künhüne erişmekte fikirler çaresiz kalır.”
“Allah’ın vasıflarının sonunu getirmekten diller tutulur. O’nu gereği gibi tanımaktan akıllar aciz kalır.”
Vesselam...
YORUMLAR