Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Dr. Aslan Yaman

Dr. Aslan Yaman

yaman@haberpars.com

Tayyip Erdoğan Ne İstiyor ?.

25 Kasım 2024 - 13:01

Anayasal Süreçler 8: Anayasayı Koruma Görevi Kime Aittir?


Anayasa değişikliği isteyip, şikayetçi olunan anayasa maddelerinin neler
olduğu açıklanmayınca, ilk anda, Anayasanın 101. maddesinde yer alan
Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa
Cumhurbaşkanı seçilebilir. hükmünün ortadan kaldırılması isteniyor
gibi görünüyor.
Hatırlayalım, Cumhurbaşkanının TBMM tarafından seçilmesini
belirleyen anayasa hükümleri 2007 yılında değiştirilerek doğrudan halk
tarafından seçilmesi kuralı getirilmiş, yeni düzenlemeye uygun ilk seçim
2014’de gerçekleştirilmişti. Halk tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan oldu. Tayyip Erdoğan 2018’de ikinci kez
cumhurbaşkanı seçilince Anayasanın verdiği hakların tümünü kullanmış
oldu. Anayasanın bu açık hükmüne rağmen, 2023 seçiminde hükümet
şeklinin değiştiğini ileri sürerek yeniden aday olunca, adaylığına yapılan
tüm itirazlar kendi belirlediği Yüksek Seçim Kurulu tarafından
reddedilip bir kez daha Cumhurbaşkanı olması sağlanmıştı.
2028 yılında yapılacak seçimlere mevcut anayasa hükümleriyle gidilmesi
durumunda ise, bir kez daha aday olmasını tevil edecek herhangi bir
gerekçe olamayacağı için anayasanın 101. maddesinin değiştirilmesini
hedef almak yerine, (büyük bir toplumsal muhalefet ortaya çıkıp artık
yeter denilmesi ihtimali yüksektir) çoğulculuk, eşit temsil ve katılım,
özgürlükler, darbe anayasası gibi temelsiz ve soyut kavramlarla
anayasanın toptan değiştirilmesi gerektiği öne sürülmeye başlandı.
Durum gerçekten böyle mi? Tek hedef yalnızca 101. Maddedeki
engelleri kaldırmak ve yeniden Cumhurbaşkanı olmak için mi anayasa
ile oynamaya başladı?

Bu soruyu doğru olarak cevaplandırabilmek için hem içerideki hem de
dışarıdaki dinamik ve gelişmeleri tarihi bağlamları ile ele almak
gerekiyor.
Dış Dinamikler
Son bin yıllık tarihimizin en önemli dönemeci Birinci Dünya Savaşı
sonrasında gösterilen milli direniş ile Anadolu topraklarında tutunabilmiş
olmaktır. Çünkü, bizim cephemizden Birinci Dünya Savaşını sona
erdiren ve ülkeyi fiili işgale hazır hale getiren 30 Ekim tarihli Mondros
Ateşkes Anlaşmasının sonrasında galip devletlerin ilk icraatı,
Anlaşmadan 13 gün sonra İstanbul’u işgal etmek, hemen peşinden de
İstanbul ve Çanakkale Boğazları kontrol altına almak olmuştu.
Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, 1071 yılından beri devam eden
küçüklü büyüklü yüzlerce Haçlı Seferi ile başarılamayan ve en sonunda
Türkleri Ön Asya’dan atarak geldikleri yerlere geri gönderme fırsatı
doğmuştu.
Bu ateşkesi kesin sonuçlara bağlayan 10 Ağustos 1920’de imzalanan 433
maddeli, 350 sayfalık bir kitap hacmindeki Sevr Anlaşması oldu. Sevr ile
İmpartorluk hem fiilen hem de hukuken sona erdirilirken devlet
parçalara ayrılarak her bir parçasında yeni devletler kurulması, bu
olmuyorsa manda yönetimi, bu da olmuyorsa özerk bölgeler, işgal
edilmiş alanlar, bu da olmuyorsa imtiyazlı ticaretin yapılacağı illerin
oluşturulması öngörülmüştü. Denilebilir ki; asli millet hariç,
impartorlukta yaşayan tüm unsurların hak ve hukuku Sevr’de teminat
altına alınmıştı.
Hemen söylenmelidir ki; Sevr Anlaşması, Mondros’dan sonra geçen 2
yıllık süre içinde düşünülerek kağıda dökülmüş plan da değildi. Sevr,
Napolyon Savaşlarından sonra Avrupayı şekillendiren 1815 Viyana
Kongresinden sonra, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı’nda (İlber Ortaylı,

Hil Yayınları, 1983) geliştirilen ve her bir önemli olayda, (Mora
Ayaklanması, Tanzimat, Kırım Harbi, Osmanlı Rus Savaşı, Balkanlarda
ulus devletlerin kurulması, Yunan Savaşı, Balkan Savaşları, San Remo
Anlaşması, Sykes-Picot Süreci gibi) İmparatortorluğun parçalanması için
dantela gibi işlenen planın son şekle getirilmiş hali idi.Sevr’in ayak
izlerini en uzun yüzyıl içindeki her olayda ve imzalanan her anlaşmada
görmek mümkündür.
Onca çabaya rağmen; şaşırtıcı olan, 100 yıllık bu ince siyaseti nihai hale
getirmişken, heterojen Osmanlı Devletinden homojen nüfusa sahip,
üniter ve milli bir Türk Devleti çıkarılmasının önlenememesidir. Çünkü,
1908’de Reval’de Rusya ile Boğazların kontrolü konusunda anlaşan
İngiltere 1915’de Birinci Dünya Savaşından sonra İmpatorluk
topraklarının ne olacağını belirlemek üzere Mourice De Bunsen
komitesini kurarak bir rapor hazırlanmasını istemiş, hazırlanan rapora
göre savaş sonrası için 4 seçenek belirlenmişti.
 Osmanlı Devleti'nin bölünmesi ve Anadolu'da küçük bir devlet olarak
bırakılması,
 Osmanlı Devleti'ni, büyük devletlerin politik ve ticari nüfuz
bölgelerine ayırmak şeklinde bölünmesi,
 Osmanlı Devleti'nin olduğu gibi korunması,
 Merkezi otoriteden yoksun, federal bir Osmanlı Devleti kurulması ve
ülkenin beş vilayete ayrılması,
Her şartta da planı uygulamaya koyacak ve ülkeyi yönetecek bir komiser
tayin edilmesi gerekli görülüyordu. Sevr Anlaşmasında bu planın tüm
alternatiflerine yer verilmiş ve ülke için fevkalade yetkilerle donanmış
bir, hatta iki komiser tayin edilmişti. Osmanlı yok edilirken milli ve
üniter bir devlet nasıl olabilirdiki.

Anadolu’daki milli direniş başarılı olup Lozan Anlaşması (24 Temmuz
1923) ile yeni devlet tanınmasına rağmen, başta İngiltere olmak üzere
“Batı” için “Doğu” sorunu sona ermemişti. Çünkü Lozan’da varılan
sonuçlar Sevr için yukarıda saydığımız 4 alternatifin hiçbirine
uymuyordu.
Bu nedenle de savaş bittikten sonra tüm siyasal yollar denenecek ve yeni
dünya düzeni kurulurken Sevr’de palanlanan tasarım gerçekleştirilecekti.
Tek sorun bu planın uygulanmasına razı olacak ve Batı ile işbirliği
yapacak hükümetlerin işbasına getirilmesi idi. Böylece, ülkenin ihtiyaç
duyacağı teknoloji ve mali kaynaklar da kullanılarak Sevr’in yeniden
yürürlüğe konulması süresi kısaltılacaktı. İşte Batının Osmanlı’dan sonra
Yeni Türkiye Politikası bu fikir üzerine oturtulmuş, Batı’nın çabası
hiçbir zaman sona ermemiştir.
Sevr’in Türkiye Cumhuriyeti için de uygulamaya konulduğundan beri
ülkemizin iç siyasetini ve anayasal gelişmelerini etkileyen bir diğer dış
dinamik yeni bir Sevr süreci olan Büyük Orta Doğu Projesidir. Projeye
göre, Ortadoğudaki devletlerin sınırları yeniden belirlenecek ve bu
sınırlar içinden adı Kürdistan olan en az bir devlet daha çıkarılacaktır.
Büyük Ortadoğu Projesinin ilk aşamasında engel olabilecek milli ve
üniter devletler çeşitli yollarla istikrarsızlaştırılacak ve yeni sınırlar
oluşturulmasına izin verir hale getirilecektir. Bu çerçevede Irak fiilen 3
parçaya ayrılarak içinden özerk bir Kürt yönetimi çıkarılmış, Irak
Anayasasına aykırı şekilde bölgesel yönetimin bağımsızlık ilan etmek
için bir referandum gerçekleştirmesine de izin verilmişti. Referandumdan
sonra devlet ilan edilecekken Irak Merkezi Hükümetinin karşı çıkması ve
Türkiye ile İran’ın bu referanduma karşı çıkarak Irak Merkezi
Hükümetine destek vermesi sonucu referandım iptal edilmiştir.
Yeni devlet oluşturma sürecinin ikinci adımında Suriye’nin doğusunda
yaşayan halk ülke topraklarının dışına sürülerek büyük bir alan

boşaltılarak bu bölge Kürtlerin yönetimine teslim edildi. BOP’un
tasarımcıları tarafından her fırsatta burada bir devlet kurulacağı
tekrarlanırken, bölge güvenliğinin sağlanması için 150.000 kişilik bir
ordu kurulup bu ordunun donatılması için de büyük bir askeri techizat
yığınağı yapıldı.
Ancak bu adımlar bile, Türkiye’nin bölgede askeri adımlar atmasını
engellememiş ve Suriye’nin kuzeyinde büyük bir yığınak yapılarak
Suriye topraklarının her yerine askeri müdahalede bulunmanın altyapısı
büyük ölçüde tamamlanmıştır. Türkiye, Irakta olduğu gibi Suriye’de de
Kürt Devleti kurulmasına razı olmamaktadır.

İç Dinamikler
Yeni anayasa taleplerindeki iç dinamikleri gösterişli cümleler arkasına
saklanan soyut görüşler yerine somut örneklerle açıklamak isterim.
Örnek Olay 1
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 14 Mart 2008’de iktidarda
bulunan AKP’nin “ laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği”
gerekçesiyle partinin kapatılması ve Başbakan Tayyip Erdoğan ve
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül dahil 71 kişinin siyasetten 5 yıl süreyle
men edilmesi için iddianame hazırlanarak Anayasa Mahkemesine
başvurulmuştur.
Yapılan İncelemeler sonunda AKP’nin kapatılması lehinde 6 üye oy
kullanırken, 5 üye kapatılmaması lehinde oy kullanmıştır. Oy çokluğu
sağlanmasına rağmen salt çoğunluk sağlanmadığından kapatma talebi
reddedilmiş sayılmıştır.
Talebin bir parçası olan Partiye yapılan hazine yardımlarının kısmen
veya tamamen kesilmesi talebi lehinde 10 üye oy kullanırken 1 üye

yardımın kesilmemesi lehine oy vermiş ve hazine yardımının yarısının
kesilmesine karar verilmiştir.
Örnek Olay 2
Cumhurbaşkanı ve AKP içinde yer alan birçok politikacının kurucusu
olduğu Birlik Vakfı’nda yıllardır Cumhuriyet, Üniter Devlet ve Laiklik
aleyhine yapılan ve Cumhuriyetin ilga edilerek, hilafet ile yönetilen bir
dini devletin kurulmasına yönelik faaliyetler hakkında bir soruşturma
veya açılan bir dava olmamıştır. Oysa bu Vakfın faaliyetleri, kurucuları
ve mütevelli üyeleri hakkında TCK’nın 302, 304 ve 309. maddeleri
gereğince dava açmak ve ilgileri cezalandırmak gerekirdi.
Örnek Olay 3
TBMM Başkanlığına seçilen ve Meclisin 27. Başkanı olarak görev yapan
İsmail Kahraman’ın Meclis Başkanlığı yaptığı sırada Cumhuriyetin
niteliklerinden ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerinden olan
Anayasanın 2. Maddesindeki laiklik maddesinin kaldırılmasını teklif
edip anayasal bir suç işlerken de bir soruşturma veya açılan bir davaya
hatta bir suç duyurusunda bunulduğuna şahit olmadık. Açıklamaya uyan
eylem TCK’nın 309.maddesinde belirtilen anayasayı ihlal suçu olarak
müeyyidesi ağırlaştırılmış müebbedtir.
Örnek Olay 4
Daha bir kaç gün önce mevcut TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un
değiştirilmesi teklif dahi edilemez olan 3. Maddede yer alan maddesinin
değiştilmesini önererek, anayasal bir suç işlerken de bir suç duyurusu
veya bir kovuşturma duymadık, bir istifa görmedik. Bu açıklama da
TCK 309. Madde kapsamında sayılan suçlardan olduğundan hakkında
fezleke hazırlanarak dokunulmazlığının kaldırılması için TBMM
Başkanlığına sunulması gerekirdi.

Örnek Olay 5
Kamusu olamayanın namusu olmaz, Türkiye Cumhuriyeti’nin kamusu
anayasasıdır. Hükümetin pek çok kez Anayasa Mahkemesi tarafından
verilen kararları eleştirmek üzere en sert üslubu kullanması bir yana,
Anayasa ihlallerinin en bariz olanı Mahkemenin Can ATALAY
hakkında vermiş olduğu 25.10.2023 tarihli Anayasanın 153.
Maddesinde belirtilen “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede
hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare
makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar” hükmüne rağmen
Mahkemenin vermiş olduğu kararın uygulanmaması nedeniyle herhangi
bir kişi ya da kurum hakkında soruşturma açılmamıştır.
Sonuç
Ülkenin siyasal ve anayasal süreçlerini etkileyen dış dinamikler
bölümünde ele alındığı üzere yüzyıllardır devam eden “Doğu Sorunu”
Türkiye’de milli bir devletin kurulması ile sona ermemiş açık veya gizli
olarak Sevr ruhu devam ettirilmiştir. Bir yandan Suriye’de kurdurulacak
bir Kürt Devletine, Türk milli ve Üniter devletinin varlığını sürdürmesi
için haklı olarak itiraz etmesini ortadan kaldırmak, hem de milli ve üniter
devlet yapısı altında inşa etme sürecinde olduğu millet yapısının önüne
geçilmek istenmektedir. Bunun başarılabilmesi için homojen millet
yapılanmasının ve üniter devlet yapısının sona erdirilmesi şarttır.
Türkiye’nin üniter ve milli bir devlet olarak direnişinin kırılması ve
Kuzey Irak’taki bağımsızlık ilanına ve Suriye’de oluşturulacak Kürt
devletine itiraz etmemesi için üniter ve milli yapısının sona erdirilmesi
gerekmektedir.
Mevcut Cumhurbaşkanı ve anayasayı değiştirme blogu hangi baskıların
altında kalarak ülkeyi sonu karanlık bir maceraya sürüklemektedir
bilmiyoruz. Görülmektedir ki; yukarıda 5 tekil örnekte göstermiş

olduğumuz arzuların gerçekleştirilmesi ve dış dinamiklerin Türkiye ile
ilgili uzun erimli planları üst üste gelmiş ve her iki tarafın birden
arzularının gerçekleştirilmesi için anayasa değişikliği araç haline
getirilmiştir.

Dr. Aslan YAMAN
 

YORUMLAR

  • 0 Yorum