Nûr’un Dağıttığı Sisler
İnsan olma ve fıtratı koruma mücadelesinin orta yerinde saf tutanların ara ara şahit olduğu bir durum vardır.
Hakikatin karşısında yer alanlardan daha çok, sözüm ona inanç kardeşliğinde suret-i Hakk’tan yana görünenler, mücadeleyi sise boğmakta çok mahirler.
Bir söz üstadının ifadesi ile:
Ne yarılan deniz, ne taştan fışkıran su, ne de gökten inen sofra kâr ediyor...
Bel'am'ın tatlı hurâfeleri hakikati perdeliyor...
Ne zaman arkamızı dönsek bir Sâmirî peydahlanıyor.
Buzağıları taşlamaktan
Hakikati yüceltecek mecalimiz kalmıyor.
Bu tablo ile karşılaşınca akla gelen şey, nasıl oldu da bu atmosfere maruz kalındı. Acaba bireyi imar etmeyen sistemlerin, kitleyi inşa etme çabası tuzla buz oluyor olabilir miydi? İhya edilmeyen nesillerin, inşa edilen dünyaları nasıl harap ettiklerini acı acı izlememek gerçekten çok iç acıtıyor.
…
İlk insan ve ilk peygamber Adem (as) a eşyaların isimlerini öğreten,
Halilim/dostum dediği İbrahim (as)’a kainattaki muhteşem hilkati düşündürten,
Yusuf peygambere (as) hakikatin ilmini öğreten ve onu döneminin söz sahibi kılan,
Davut (as)’a güç ve kuvvet, madenlere hükmetme ilmini veren,
Süleyman (as)’a güç ve kuvvet ile birlikte cinlerin, rüzgarın idareciliğini ve hayvanatın lisanını lütfeden,
Rehber-i Ekrem Efendimiz (sav.)’i misafir ettiği Hîra mağarasında karanlıklardan nura çıkışın klavuzunu ikram eden Rabbimizin en net mesajını okuma vakti..
“Allah iman edenlerin yardımcısıdır, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin dostları ise tağutlar olup onları aydınlıktan karanlıklara götürürler. İşte onlar cehennemlik kimselerdir ki orada ebedî kalacaklardır.” (Bakara, 2/257)
Bu ayetin mesajıyla irkil ve kendine gel. Üstad Bediüzzaman’ın ifadesi ile gücünün ve kuvvetinin farkına var, çıkış yolunun işaretine uy: “Evet, hakiki imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hâdisatın tazyikatından kurtulabilir.”
Öncelikle Sünnetullahı rehber edinip, öze dönüşün sınırlarını zorlamaktan başka yol kalmadığını kabul etmekle başlayalım yolculuğa.
Bu yolculuk birçok ni’mete ulaştıracaktır bizleri; bazen külfet sepetinde gelen bu ni’metleri güzel bir kabul ile karşılamak olacak bizim imtihanımız.
Değil mi ki “Her kabul, aynı zamanda bir vazgeçiştir.”
Vazgeçtiklerin hemen çıkar mı hayatından, yoksa o dersi verinceye kadar bir sınav kâğıdı olarak önüne mi konacak bunu göreceksin.
…
Zihnin Sislerden Kurtulması
Diri bilinç halinde aldığın kararlar, uyguladığın eylemler; zihninin sisli dönemden kalma yanıyla veto yiyebilir.
Korkma, diriliş ve yenilenme yolculuğuna devam et.
Unutma! “İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi, iman ve duadır.”
İddiamız iman ise, imtihanımız bunu ortaya koymakla ilgili olacaktır. Zira her dönemde ve her koşulda değişmez bir kural vardır: iddia ispata muhtaçtır.
İnsan, iddiasıyla sınanır.
Anlık bir haz mıdır yaşadığın, yoksa otokontrole aldığın fıtrata dönüş mü?
Sınanacak olan budur.
İçten içe yorgunluk duyabilir, ‘acaba'lara düşebilir, çözümün uzakta olduğu vehmine kapılabilirsin. Bu zihin oyununun içine düşmeden, durum tespiti için küçük bir mola ver. Aynı yöntemlerle farklı sonuç alamadığını hatırla. Seni en iyi tanıyan yüce Rabbinin ikramlarını şükranla elde tutmak için atman gereken adımları sürdürmenin elzem olduğunu, bir kez daha nakşet kalbine.
Beyni sarıp koruyan korteks gibi zihin dünyanı da hakikat atmosferi ile muhafaza etmelisin; ki evham, dış müdahale, umutsuzluk veya ye's gibi hiçbir şey kirletmesin onu.
Hakikat şuâları, korteksin içini berrak bir yapıya kavuşturuyor diye, bunu alışageldiğin kaynak veya kanala bağlama. Teyakkuzu elden bırakma!
Onu sürekli aktif tutacak, diri bir hayata ulaştıracak farklı iklim koşullarına uygun zemine alıştır.
İnsanlığın ilk gününden, çağımıza kadar ne kadar değişikliğe şahit olundu bir hatırlayın.
Mücadele tarafları tek; lakin zulmün ve hakikatin temsilcileri çoktu, cepheye envai çeşit maskelerle çıktılar. Enfûsi bilinç sahiplerinin sesleri çok ve yüksek çıksa da değişmeyen bir kaide vardı: Tevhidi mücadelede kemmiyet değil keyfiyet önem arz eder, hakikat daima galip gelirdi.
Bu galibiyet mimarlarının farklı zamanlarda ve zeminlerde yaşaması önemli değildi. Zaman ve mekan cihetiyle birbirinden bağımsız manevi birliğin temsilcileri olarak ayrı dil ve yöntem kullansalar da hepsinin ortak bir gayesi vardı:
“Yoğun sis nedeniyle zihni bulanan dimağlara kılavuzluk etmek.”
Kimin kimden kaynaklı bir berraklığa kavuştuğunun bir kıymeti harbiyesi yoktur. Tevhit ekseninde birleşen zihinler, hep birlikte kazanmanın ortak sevincini yaşayacaktır.
Değil mi ki okunan kaynak, dinlenilen kürsü, üyesi olunan Stk veya grup.. Hepsinin ortak gayesi zihinlerdeki sisi ortadan kaldırmak olmalıdır. Ki fırkâ-i naciye tabirindeki vasfa haiz müttakiler tayfası oluşsun.
Tabeladan bahsetmiyoruz burada. Farklı pınarlardan beslense de tevhidi ve uhuvveti öncelemeyi, muamelattaki farklılıkları bir kenara bırakabilme iradesini ortaya koyabilmeyi ifade ediyoruz.
Küfre ve zulme kalkması gereken kılıcı; farklılıklar nedeniyle adavet beslediği kardeşine karşı kullananlar ne korkunç bir iklimin taşıyıcısıdır bilinmez.
Âlem gaflet ve dalalet cereyanında telef olurken; biraz nefes almaya başlayan, zihni berraklaştırma mücadelesi veren saf dimağlarla meşgul olmak hem onları hem de sizleri üzer. Sevap umarken vebali yüklenmiş olursunuz.
Velhâsılı kelam
Yarının; sisten arınmış, nurdan iklimine olan borcumuz, bugün hakikatin yanında olmaktır. Gerisi lâfıgüzaftır.
Cevâhir AYDIN / Küçük Dünyam
YORUMLAR