Özal Vefatının 3!. Yılında Anıldı
Vefatının 30. yıl dönümü dolayısıyla 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal için Topkapı'daki Anıt Mezar'da anma töreni düzenlendi.

18 Nisan 2024 - 11:36
Anavatan Partisi genel başkanı olarak 1983-1989 yılları arasında başbakanlık, 1989 yılında seçimini kazanarak cumhuriyet döneminde doğan ilk cumhurbaşkanı olup, Mustafa Kemal Atatürk'ün ardından, görevi başında vefat eden ikinci cumhurbaşkanı olan merhum T.C’nin 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal vefatının 31. yıl dönümünde İstanbul’da kabri başında anıldı.
Uzun Yıllar yakın çalışma arkadaşı olan Gazeteci ve yazar Mehmet Akyol sosyal medya ve bağlı bulunduğu medya aracılığı ile yaptığı paylaşımlarla Özal misyonunun ülkemize kattığı değerlerden bahsederek Özal'ın ülkemize çağ atlattığı vurgusunu yaparak yeni bir Özal misyonuna ihtiyaç olduğunu ifade etti.
Duayen Gazeteci Mehmet Akyol paylaşımında şu ifadelere yer verdi..
BİR ZAMANLAR BİR ÖZAL VARDI TÜRKLÜĞÜN GURURU İSLAMIN ŞUURU İLE YAŞAMAKTAN MUTLULUK DUYAN BİR ÖZAL.
Ölümler hepimiz için hiç şüphesiz, ancak bazı vefatlar vardır ki
unutulmaz acılara gark eder bizi. Unutamayız, unutturamazlar. Rahman-ı Rahmana kavuşan Merhum CumhurbaşkanımızTurgut Özal’ın vefatı gibi. Vefatından sora yazdığım kitabın adını “BENİ ÇOK ARARSINIZ“ koymuştum. Gerçekten de bu günlerde
rahmetliyi ne kadar da anıyoruz değil mi?..
Allah rahmet etsin.
Rahmet-i Rahman'a kavuştuğu günden bu güne kadar Merhum Cumhurbaşkanımız Turgut Özal'ı unutamayışımın nedenlerini yazmaya kalksam yine yeni bir kitap olur.
Vefatından birkaç ay sonra yazdığım “ BENİ ÇOK ARARSINIZ “ adlı 595 sayfalık kitabımın 3.Baskısı bitmek üzereymiş, AKÇAĞ Kitabevi tarafından basılıp dağıtılan kitabımı açıp bir göz atayım derken inanınız gözlerim yaşardı.Bunun nedenleri vardı hiç şüphesiz, mesela Cenab-ı Hakk O'nu sanki bir nevi hizmet için yaratmıştı “ Biz yaparız Allah Bilir “ felsefesindeydi. Merhum Turgut Özal çağımızın vicdanıydı.
Alanındaki ilk öncelik insandı. Soylu fikirlerin, soylu inançların soylu temsilcisiydi. Bir derviş gönlüne, bir alperen ruhuna sahipti.O öylesine “ bir bilge” idi ki bir menendi daha bulunmazdı. İslam kültürünün engin değerlerini, milletimizin yönetim ve tolerans geleneğini, geleceğin projeksiyonları ile buluşturan bir bilge…
Geldiği her makamı ayrıcalıklı kıldı.Hiçbir kuruma sığmadı, hiçbir kalıba uymadı.O bazı çevrelere birkaç numara fazla gelmişti.O bir güneş ışığı gibiydi; gün ışığı sönünce
mumlar yetersiz kaldı.İlericilik ve reformculuk gerçek anlamını onda buldu. Fatih ruhundan, Kuvay-ı Milliye ruhuna esen tarih cereyanı onun manevi iklimiydi. Her seferinde “ Allah'ın ipine sımsıkı sarılın “ mesajını veriyordu. İki bin yılı Türk asrı olacaktır “ ifadesi ile büyük hedeflere imza atıyordu. En büyük ideali, Türkiye'yi Dünyanın en itibarlı ülkesi ve bölgesinde Lider Ülke yapıp, Avrupa'ya kafa tutmaktı. Cumhurbaşkanı olduğu günün haftasında Cuma namazına gidecek mi gitmeyecek mi(?) dedikoduları dillendirilmeye başlanmıştı. O hiç tereddüt etmeden Cuma namazını kılmak için Kocatepe camisine yol aldı.
Cemaat çılgıncasına alkışlarken göz yaşları sel olanlar arasından “ Dindar Cumhurbaşkanı “ nidaları yeri göğü inletir hale gelmişti. Hele namazdan çıkışını bekleyenler… Kalabalık o kadar yoğunlaşmıştı ki çevre cadde ve sokaklar bile tıkanmıştı.
Pek tabii ki bu sevgi seli bir özlemin, milletinin duygu ve inançlarına bağlı ve saygılı, milleti ile birlikte inançlı bir liderinin inanılmaz duygulara bağlılığının özlemiydi.
- Hacca gitmeye karar vermesi ise bir başka gelişmeler yaşandı. Bazı laikçi kesim inanılmaz tepki gösteriyordu, O ise hiç umursamadan İstanbul'un yolunu tuttu.
Kafasında milletine başka bir şekilde mesaj verme yatıyordu. Doğru Harbiye Orduevine gitti. En üst katındaki mekana yerleşti. Hacca buradan gidecekti. Öyle de oldu.
Sabahleyin kurbanlar kesildi, dualar edildi. Bu eylem bir mesaj niteliği taşıyordu. Belki de Müslüman Türk Milletinin Dindar Cumhurbaşkanı hacca gitmekle kalmıyor, hem de bir Orduevinden hareket ediyordu.
Buna benzer bir olay daha yaşanmamış mıydı başbakanlık döneminde…
Yani askerleri şortla selamlamamış mıydı ?...
Türkiye'nin bu günkü konumu ve hatta kurduğu ANAP'a o mecrada yer alıp nimetlenenlerin sahip çıkmaması ne kadar da hazin bir manzara teşkil ediyor !..
Atatürk iyi bir Müslümandı, TBMM'yi dindarlarla açtı, devletçiler ondan pek hoşlanmazdı derdi.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Laiktir, ancak ben laik değilim, zira kişi laik olmaz demişti.
Hep demokrasiden yana, hürriyetten yana tavır koyar, “Asker savaşı düşünmezse ihtilal düşünür “ derdi.Türk toplumuna çağ atlama fikrini enjekte etmenin özgüveni içindeydi.
Değişimcilerle, statükocular arasındaki tayin edici mücadelenin “ öznesi ”idi.
Öldüğü günü hiç unutamam...Vefatının öncesinde Türk Dünyası gezisine gitmişti. Geziden döndüğünde büyük bir seminer düzenleyecektik, pilanı-programı bana bırakmıştı, hatta seminerin oturum başkanı da kendisi olacaktı.Nasip olmayınca olmuyor işte…
17 Nisan 1993 tarihinde acı haberi aldığımda çalıştığım gazetenin Ulus Rüzgarlı sokaktaki bürosundan Hacettepe Hastanesine yol almıştım ki yağmur ılık ılık yağıyordu sanki gönülleri serinletircesine. Cenazesini İstanbul'da defnettik
bilindiği gibi.
Aman Allah'ım…
Törende bando yok, korteji idare eden ve hatta müdahil olan bir tek fert yok. Ancak o kadar nizam ve intizam içerisindeki anlatılamaz...
Defin işlemi yapılırken ağladım, ağladım… Hatta mezar taşına kadar yaklaşmam mümkün olabilirdi ancak saygısızlık yapmak istemedim.
O anda İslam Birliği Toplantısı için gittiğimiz Senegal'deki durumu geldi aklıma. Orada bütün liderler ona İslam aleminin lideri gözü ile yaklaşım gösteriyorlardı.
Defin işleminin yapılmasından hemen sonra bir anda durdum etrafımdaki arkadaşlara fark ettirmeden içimden şöyle dedim: “ Türk-İslam Aleminin Liderini Kaybettik Öyle mi ? “
Allah rahmet eylesin, ruhu şadolsun.
www.haberpars.com
Uzun Yıllar yakın çalışma arkadaşı olan Gazeteci ve yazar Mehmet Akyol sosyal medya ve bağlı bulunduğu medya aracılığı ile yaptığı paylaşımlarla Özal misyonunun ülkemize kattığı değerlerden bahsederek Özal'ın ülkemize çağ atlattığı vurgusunu yaparak yeni bir Özal misyonuna ihtiyaç olduğunu ifade etti.
Duayen Gazeteci Mehmet Akyol paylaşımında şu ifadelere yer verdi..
BİR ZAMANLAR BİR ÖZAL VARDI TÜRKLÜĞÜN GURURU İSLAMIN ŞUURU İLE YAŞAMAKTAN MUTLULUK DUYAN BİR ÖZAL.
Ölümler hepimiz için hiç şüphesiz, ancak bazı vefatlar vardır ki
unutulmaz acılara gark eder bizi. Unutamayız, unutturamazlar. Rahman-ı Rahmana kavuşan Merhum CumhurbaşkanımızTurgut Özal’ın vefatı gibi. Vefatından sora yazdığım kitabın adını “BENİ ÇOK ARARSINIZ“ koymuştum. Gerçekten de bu günlerde
rahmetliyi ne kadar da anıyoruz değil mi?..
Allah rahmet etsin.
Rahmet-i Rahman'a kavuştuğu günden bu güne kadar Merhum Cumhurbaşkanımız Turgut Özal'ı unutamayışımın nedenlerini yazmaya kalksam yine yeni bir kitap olur.
Vefatından birkaç ay sonra yazdığım “ BENİ ÇOK ARARSINIZ “ adlı 595 sayfalık kitabımın 3.Baskısı bitmek üzereymiş, AKÇAĞ Kitabevi tarafından basılıp dağıtılan kitabımı açıp bir göz atayım derken inanınız gözlerim yaşardı.Bunun nedenleri vardı hiç şüphesiz, mesela Cenab-ı Hakk O'nu sanki bir nevi hizmet için yaratmıştı “ Biz yaparız Allah Bilir “ felsefesindeydi. Merhum Turgut Özal çağımızın vicdanıydı.
Alanındaki ilk öncelik insandı. Soylu fikirlerin, soylu inançların soylu temsilcisiydi. Bir derviş gönlüne, bir alperen ruhuna sahipti.O öylesine “ bir bilge” idi ki bir menendi daha bulunmazdı. İslam kültürünün engin değerlerini, milletimizin yönetim ve tolerans geleneğini, geleceğin projeksiyonları ile buluşturan bir bilge…
Geldiği her makamı ayrıcalıklı kıldı.Hiçbir kuruma sığmadı, hiçbir kalıba uymadı.O bazı çevrelere birkaç numara fazla gelmişti.O bir güneş ışığı gibiydi; gün ışığı sönünce
mumlar yetersiz kaldı.İlericilik ve reformculuk gerçek anlamını onda buldu. Fatih ruhundan, Kuvay-ı Milliye ruhuna esen tarih cereyanı onun manevi iklimiydi. Her seferinde “ Allah'ın ipine sımsıkı sarılın “ mesajını veriyordu. İki bin yılı Türk asrı olacaktır “ ifadesi ile büyük hedeflere imza atıyordu. En büyük ideali, Türkiye'yi Dünyanın en itibarlı ülkesi ve bölgesinde Lider Ülke yapıp, Avrupa'ya kafa tutmaktı. Cumhurbaşkanı olduğu günün haftasında Cuma namazına gidecek mi gitmeyecek mi(?) dedikoduları dillendirilmeye başlanmıştı. O hiç tereddüt etmeden Cuma namazını kılmak için Kocatepe camisine yol aldı.
Cemaat çılgıncasına alkışlarken göz yaşları sel olanlar arasından “ Dindar Cumhurbaşkanı “ nidaları yeri göğü inletir hale gelmişti. Hele namazdan çıkışını bekleyenler… Kalabalık o kadar yoğunlaşmıştı ki çevre cadde ve sokaklar bile tıkanmıştı.
Pek tabii ki bu sevgi seli bir özlemin, milletinin duygu ve inançlarına bağlı ve saygılı, milleti ile birlikte inançlı bir liderinin inanılmaz duygulara bağlılığının özlemiydi.
- Hacca gitmeye karar vermesi ise bir başka gelişmeler yaşandı. Bazı laikçi kesim inanılmaz tepki gösteriyordu, O ise hiç umursamadan İstanbul'un yolunu tuttu.
Kafasında milletine başka bir şekilde mesaj verme yatıyordu. Doğru Harbiye Orduevine gitti. En üst katındaki mekana yerleşti. Hacca buradan gidecekti. Öyle de oldu.
Sabahleyin kurbanlar kesildi, dualar edildi. Bu eylem bir mesaj niteliği taşıyordu. Belki de Müslüman Türk Milletinin Dindar Cumhurbaşkanı hacca gitmekle kalmıyor, hem de bir Orduevinden hareket ediyordu.
Buna benzer bir olay daha yaşanmamış mıydı başbakanlık döneminde…
Yani askerleri şortla selamlamamış mıydı ?...
Türkiye'nin bu günkü konumu ve hatta kurduğu ANAP'a o mecrada yer alıp nimetlenenlerin sahip çıkmaması ne kadar da hazin bir manzara teşkil ediyor !..
Atatürk iyi bir Müslümandı, TBMM'yi dindarlarla açtı, devletçiler ondan pek hoşlanmazdı derdi.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Laiktir, ancak ben laik değilim, zira kişi laik olmaz demişti.
Hep demokrasiden yana, hürriyetten yana tavır koyar, “Asker savaşı düşünmezse ihtilal düşünür “ derdi.Türk toplumuna çağ atlama fikrini enjekte etmenin özgüveni içindeydi.
Değişimcilerle, statükocular arasındaki tayin edici mücadelenin “ öznesi ”idi.
Öldüğü günü hiç unutamam...Vefatının öncesinde Türk Dünyası gezisine gitmişti. Geziden döndüğünde büyük bir seminer düzenleyecektik, pilanı-programı bana bırakmıştı, hatta seminerin oturum başkanı da kendisi olacaktı.Nasip olmayınca olmuyor işte…
17 Nisan 1993 tarihinde acı haberi aldığımda çalıştığım gazetenin Ulus Rüzgarlı sokaktaki bürosundan Hacettepe Hastanesine yol almıştım ki yağmur ılık ılık yağıyordu sanki gönülleri serinletircesine. Cenazesini İstanbul'da defnettik
bilindiği gibi.
Aman Allah'ım…
Törende bando yok, korteji idare eden ve hatta müdahil olan bir tek fert yok. Ancak o kadar nizam ve intizam içerisindeki anlatılamaz...
Defin işlemi yapılırken ağladım, ağladım… Hatta mezar taşına kadar yaklaşmam mümkün olabilirdi ancak saygısızlık yapmak istemedim.
O anda İslam Birliği Toplantısı için gittiğimiz Senegal'deki durumu geldi aklıma. Orada bütün liderler ona İslam aleminin lideri gözü ile yaklaşım gösteriyorlardı.
Defin işleminin yapılmasından hemen sonra bir anda durdum etrafımdaki arkadaşlara fark ettirmeden içimden şöyle dedim: “ Türk-İslam Aleminin Liderini Kaybettik Öyle mi ? “
Allah rahmet eylesin, ruhu şadolsun.
www.haberpars.com
YORUMLAR