Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam

MHP LİDERİ NEDEN ANLAŞILAMIYOR?

Siyasal Uçlar İletişimi veya Bahçeli’yi Okuma Kılavuzu Sayın Devlet Bahçeli’nin yaptığı beyin yakan açıklamalar, hemen hemen herkeste, yetersiz belleğe sahip bilgisayarlarda görülen “donup kalmak” (error) etkisi yaratmıştır.

MHP LİDERİ NEDEN ANLAŞILAMIYOR?
29 Kasım 2024 - 22:45

Türkiye’de siyasette merkez kavramı, ekonomi, eğitim, kültür ve hayat standardının
yükseltilmesine dayalı farklı yaklaşımları barındıran parti programlarını içermekten daha çok, sakıncalı siyasi uçlar üzerinden belirlenmiş bir merkezdir.



Bahçeli’nin, merkezin meşruiyetini yok eden bu “uçlar iletişimi”, merkezdeki partilerin de
alanını daraltmış ve yeni siyasi aktörlerin, gerçek merkezin gereği olan siyasal programlarla
tarih sahnesine çıkmasının yolunu açmıştır. Eğer medya, siyaset ve aydınlar tarafından bu
durum kalabalığa getirilip boğulmazsa, bir ilk adım olarak tarihe geçecektir.
Uluslararası Siyasetin Türkiye Sosyolojisine Müdahalesi:
1980 ABD askeri darbesi, Türkiye’de iki ideolojiyi kapalı devre koruyarak büyütmüştür. Bu
koruma ve kollama görevi, devlet içinde paralel bir şekilde konuşlanmış, meşruiyet zeminini
kültürel köklerden alan, rejim muhalefetinde uzlaşan Nurcu, FETÖ’cü ve benzeri yapılar
tarafından üstlenilmiştir. Bu iki ideoloji şunlardır:
1. Siyasal (Kürt) İslamcılık: Kürt İslamcılığı, İslamcılığın bir alt şubesi gibi algılansa da,
aslında İslamcılık çatısı altında ifade edebileceğimiz farklı kalabalık gruplarda mantalite
anlamında bazı farklılıklar olsa bile, Türkiye’de İslamcılık; devlet rejimi, Türk kültürü, Türk
tarihi, Türklük kavramı ve sosyal hayata dayatılan feodal sosyolojinin din ve şeriat olarak
algılanması gibi alanlarda Kürt İslamcılığının düşünsel vesayeti altındadır. Bunun esas nedeni ise cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında bazı muhalif din adamları tarafından birazda ingiliz istihbaratının yönlendirmesi ile rejime muhalefet yapabilmek adına köklü entellektüel millilik geleneğinden koparak etnik muhalif zihniyetin  kolaycı sığlığına mahkum edilmiştir.
2. Siyasal Kürtçülük: Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan beri benimsediği anayasal
çerçeve ve vatandaşlık üzerinden yaptığı tanımlama ile azınlık kimliği olarak sadece dini
kimlikleri tanımladığı için, etnik kimliklerin tamamını asli unsur olarak kabul ederek
problemleri üst bir hukuk yaklaşımı ile hukuki olarak çözmüştür. Ancak sosyolojik olarak
çözümü, kültür, eğitim ve ekonomik boyutuyla zamana yayarak doğal akışına bırakmıştır. İşte tam burada, Türkiye’de geçmiş feodal ayaklanmalar ve isyanlar dışında ilk defa, çok da masum olmayan bir şekilde bu sosyoloji zemini dışında siyasal bir Kürtçülük devreye sokularak, zamana bırakılmış olan entegrasyon problemleri üzerinden dönemin moda sol ideoloji çerçevelerinin söylemi ile inşa edilmeye çalışılmıştır.
Bahçeli’nin bu iki ideolojik grup üzerinden, aslında iki ayrı sosyolojik tabanla Türk
milliyetçiliğini tanıştırmak isteyen bir strateji izleyip izlemediğini bilmiyorum. Bahçeli bütün bunları hesaplamış mıdır? Bilmiyorum. Ama ortaya böyle bir sonuç çıkma ihtimali yüksek görünüyor.
Birincisi, terörist bölücübaşı üzerinden Kürtlere; ikincisi ise teğmenler üzerinden radikal (Kürt)
İslamcılara.
Birinci mesajın objesi bölücübaşı gibi görünse de hedefi aslında Türklerin bir parçası kabul
ettiği Kürt sosyolojisinedir ve bu açıdan stratejik bir hamle olarak değerlendirilebilir. Ancak
esas sıkıntı, İslamcı söylemleri meşrulaştıran ve İslamcıların gönlünü hoş tutan teğmenlere
yönelik açıklamalardır.
Bahçeli’nin teğmenlere yönelik konuşması, İslamcıları mutlu etse de esas hedefi, Kemalizmin1960’tan beri takındığı, Türk tarihini sadece Türkiye Cumhuriyeti’nden başlatan ve bu doğrultuda yetişmiş bazı tiplerin Türklükten uzak, Batı’nın etkisi altında birer “mankurt” haline gelmesiyle bağlantılıdır. Bu durumun siyasi tezahürü, CHP’de etkili bir konumda gözlemlenmektedir.
Ancak Bahçeli, bu tavra karşı alınacak tedbirler zincirinde CHP’yi
teğmenleri siyasete alet etmekle suçlamak yerine teğmenleri siyaset yapmakla suçluyor ki bu kabul edilebilir bir argüman değildir.
Bence hedeflenen faydadan daha çok zarar vereceğini düşündüğüm, bu tavrıyla Bahçeli’nin, Türk düşmanlığı yapan ve dini Türklüğü inkâr gerekçesi olarak kullananların, yarattığı tehlikeyi fark etmemesidir. Bu tehlike, Türkiye sosyolojisinde köksüz ve milliyetsiz bazı Kemalist “mankurtların” yarattığı tehlikeden daha büyüktür. Ayrıca, Türkiye’de İslamcılık, İttihat ve Terakki’deki geleneksel değerlere dayalı meşru yapısından tamamen uzaklaşmış ve Batılı istihbarat örgütlerinin kontrolünde, devlet, cumhuriyet, Türk ve Atatürk düşmanlığına dönüşmüştür.
Soğuk Savaş döneminde meşruiyetini Sovyet tehdidinden alan bu yapı, El Kaide
ve DEAŞ gibi örgütlerin uzantısı ve ortağı olmaya da adaydır.
Teğmenler üzerinden İslamcılara verilen sıcak mesaj, beklenenden daha kötü sonuçlar
doğurabilir. En tehlikeli sonuç, İslamcıların bu argümanları kullanarak halkı; cumhuriyet,
Atatürk ve hatta Türk milletinin varlığını ümmet kavramı çerçevesinde inkâra kadar
götürmesidir. Türkiye’de İslamcıların konvansiyonel medya üzerindeki gücü göz önüne
alındığında, bu strateji, milletin varlığını tehlikeye düşürebilecek bir yaklaşımdır. Eğer
ABD’den rövanş alınacaksa, 1980 sonrası ABD askeri darbesinin koruyup büyüttüğü
İslamcıları meşrulaştırmak yerine, onlara karşı daha temkinli stratejiler geliştirilmelidir.
Terörü Bitirme ve Kardeşliği Sürdürme Projesi
Kardeşliği yeniden tesis etmek demiyorum, kardeşliği sürdürmek kavramını bilerek
kullanıyorum. Çünkü bu kardeşlik, ideolojik içeriklerde çok göremesek de sosyolojik olarak
hâlihazırda devam eden bir durumdur. Bugün terörist başına yapılan çağrıların esas sebebi,
terör sorunu olarak tanımlanan meselenin, terör meselesi olmaktan çıkıp sosyolojik bir
meseleye dönüşerek etnik bir Kürt meselesine evrilme riskidir.
MHP’nin kurucusu ve “Başbuğ” olarak kabul edilen Alparslan Türkeş’in en önemli özelliği,
bölgede görev yapmış bir kurmay olarak bölge sosyolojisine hâkim olmasıydı. Bu nedenle,
feodal, tarikat ve cemaat yapılarını kontrol altına almayı başarmış ve uyguladığı stratejiyle
1980 öncesinde Doğu Anadolu’da birçok şehirde MHP’nin belediye seçimlerini kazanmasını
sağlamıştı. Çünkü seksen öncesi ideolojik çatışmalar, Kürtleri Türk milliyetçiliğinin temsilcisi
olan MHP’ye yöneltmeye başlamıştı. Bu gelişme, ulus-devlet sürecinin Türk devletinin
hedefleri doğrultusunda gerçekleştiğini gösteriyordu. Ancak bu süreç, ABD’nin 1980 askeri
darbesini planlamasının esas sebeplerinden biri oldu.
Türkiye’nin tarihin hiçbir döneminde bir “Kürt meselesi” olmamıştır
Türkiye’nin tarihin hiçbir döneminde bir “Kürt meselesi” olmamıştır. Çünkü Kürtler hiçbir
zaman asli unsur dışında görülmemiştir. Ancak 1980 askeri darbesiyle Kürtçe konuşmanın
yasaklanması, bu sosyolojiyi olumsuz yönde etkileyerek, terör örgütünün sosyolojik bir tabana oturma çabalarını kolaylaştırmıştır. Bahçeli, 15 Temmuz darbe girişimini durdurarak rövanşın ilk adımını atmış, bugün ise rövanşı tamamlama yolunda önemli bir adım atmış görünmektedir.
Doğu Anadolu’nun stratejik önemi ve bölgenin bin yıllık Türk-Kürt birlikteliği, ideolojik
grupların kolay kolay değiştiremeyeceği bir sosyoloji yaratmıştır. Bu tarihsel birliktelik,
bölgedeki mezhepsel ve kültürel ortaklığın bir sonucudur.
Herkesi Tarihi Bir Vakadan Ders Alarak Süreci İyi Değerlendirmeye Davet Ediyorum
Osmanlı Devleti’nin son büyük kahramanı Enver Paşa, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen
öncesinde İngiltere ve Rusya kontrolündeki Ermeni örgütlerine karşı, Ermeni halkını yanına
almayı hedefleyen bir toplantı düzenledi. Bu toplantıya, bazı kaynaklara göre 1.000, bazı
kaynaklara göre ise yaklaşık 700 Ermeni ileri geleni katıldı. Bu isimlerden biri de Van’ın o
dönem belediye başkanı olan Ermeni Bedrosyan’dı.
Enver Paşa, toplantıda bu ileri gelenlere, savaş sırasında ihanet etmemeleri karşılığında savaş sonunda her türlü hakkı vereceğine dair söz verdi. Toplantı, bir anlaşma yapılmış gibi sona erdi ve savaşın başından itibaren bu anlaşmaya uygun bir süreç işletilmeye başlandı. Ancak, Ermenilerin kitlesel olarak ihanet ettiği yok denecek kadar azdı. Buna rağmen, savaşta olduğumuz İngiliz ve Rus devletlerinin kontrolündeki Ermeni tedhiş ve terör örgütleri harekete geçti.
İhanet etmeyecekleri sözü veren Bedrosyan da dahil olmak üzere yüzlerce Ermeni ileri
geleni suikastlarla öldürüldü.
Buna rağmen, Ermeniler kitlesel olarak ihanete yönelmeseler de savaş bölgesinde bulunmaları sebebiyle bir risk oluşturuyorlardı. Bu nedenle Talat ve Enver Paşalar, tehcir kararını almak zorunda kaldılar.
Bir tarihçi olarak şunu söyleyebilirim: Türk devleti, tarihi boyunca tebaa’sı ya da
vatandaşlarına etnik ve dini açıdan bakmadan, sahiplenici bir sorumlulukla yaklaşmayı bir
gelenek haline getirmiştir. Türk devletleri, vatandaşlarının ihtiyaçlarından kaynaklanan
huzursuzluklarını ve muhalefetlerini ciddiye almış ve çözüm üretmeye çalışmıştır. Ancak, bu
huzursuzluklar ihanete dönüştüğünde, daha farklı bir yaklaşım sergilemek zorunda kalmıştır.
Son Bir Fıkra ile Bitirelim
Bir akıl hastanesinde doktor, uzun süredir kendini darı zanneden hastasını, darı olmadığına
ikna edip taburcu etmeye karar verir. Hasta tam kapıdan çıkarken doktora döner ve der ki:
“Hocam, tamam ben darı olmadığımı biliyorum ama tavuklar bundan haberdar mı?”
Sayın Bahçeli, biz kardeş olduğumuza ikna olduk da, ya cemaatler, tarikatlar,
gazeteciler, aydınlar, akademisyenler, siyasetçiler ve bürokratlar? Onlar bizim kardeş
olduğumuzdan haberdar mı?

Yalçın Hatunoğlu

YORUMLAR

  • 0 Yorum