İstanbul, yalnızca Türkiye’nin değil, dünyanın da en büyük ve en önemli metropollerinden biri olarak dikkat çekiyor. Nüfusu birçok ülkenin toplam nüfusunu aşan bu mega şehir, ekonomik, kültürel ve siyasi anlamda Türkiye’nin lokomotifi konumunda. Ancak böylesine devasa bir şehri tek bir vali ve birkaç yardımcı ile yönetmeye çalışmak, özellikle de günümüzün karmaşık şehir yönetimi ihtiyaçları göz önüne alındığında, son derece yetersiz bir yöntem olarak göze çarpıyor.
Anadolu’da nüfusu 300 bin civarında olan bir ilin bile bir vali, birkaç vali yardımcısı ve yaklaşık on kaymakam ile yönetildiği düşünülürse, İstanbul gibi nüfusu 16 milyonu aşan bir metropolün mevcut yönetim yapısıyla idare edilmesi gerçekçi görünmüyor. Bu durum, yalnızca yönetimsel zorluklar değil, aynı zamanda halkın ihtiyaçlarının karşılanmasında yaşanan aksaklıkları da beraberinde getiriyor.
İstanbul’un yönetim yapısında köklü değişikliklere ihtiyaç olduğu açık. Ancak bu değişiklikler, yalnızca daha fazla yönetici atanmasıyla değil, aynı zamanda daha etkin ve koordineli bir yönetim sistemi oluşturulmasıyla mümkün olabilir. Örneğin, 39 ilçeye birer vali atanması gibi öneriler gündeme gelse de bu durumun, sorunun kökten çözümü yerine geçici bir çözüm olacağı aşikâr. Daha önemli olan, İstanbul’un idari yapısını modern şehir yönetimi anlayışına uygun şekilde yeniden tasarlamak ve bu süreçte liyakat sahibi yöneticilerin bilgi ve deneyimlerinden faydalanmaktır.
Türkiye’de merkez valisi olarak görev yapan birçok deneyimli yönetici, aktif olarak değerlendirilmek yerine, adeta “bekleme odasında” tutuluyor. Bu yöneticilerin bilgi ve birikimlerinden faydalanılmaması, hem insan kaynağı israfı hem de yönetimsel açıdan büyük bir eksikliktir. Merkez valilikleri, bu tür projeler için birer koordinasyon merkezi olarak kullanılabilir; böylece hem şehirlerin yönetim sorunlarına çözümler üretilir hem de deneyimli yöneticiler aktif olarak sürece dahil edilir.
İstanbul’un yönetim sorunları, yalnızca yerel bir mesele değil, aynı zamanda ulusal bir öneme sahiptir. Türkiye ekonomisinin kalbi olan bu şehrin daha iyi yönetilebilmesi için siyasi partilerin ve milletvekillerinin ortak bir irade sergilemesi gerekmektedir. Ancak ne yazık ki, bugüne kadar bu konuda somut bir adım atılmamış olması, siyasi iradenin bu devasa şehir için gerekli önemi göstermediğini düşündürüyor.
Son olarak, İstanbul gibi bir şehrin yönetiminde yalnızca deprem gibi kriz durumlarına odaklanmak yerine, şehri daha yaşanabilir ve sürdürülebilir kılacak uzun vadeli stratejiler geliştirilmelidir. Bu bağlamda, devlet aklının devreye girmesi ve İstanbul’un yönetim sorunlarına kalıcı çözümler üretmesi artık bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu süreçte, toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla oluşturulacak bir yönetim modeli, İstanbul’un geleceği için umut verici bir adım olacaktır.
İbrahim Erdem Karabulut

