İnsanı Kandırmanın Kutsallık Ayağı
Esasında insanı kandırmanın dinsel yönünden beslenen; büyü, muska, burç ve nazar/göz değmesi tasavvuru konumunda olan beşer uydurmasının zaman içinde insanı robotik varlığa çeviren yaklaşımın sistemleşmiş hâli olduğu her daim kolaylıkla tespit edilecek bir durumdadır.
27 Eylül 2024 - 18:57
Bu yüzdendir ki, atalardan gelen pek çok eğilimin işin merkezinde olan Vahiy üzerinden test edilerek hakkında verilecek kararın yanında durmak gerekmektedir. Yok, eğer ki, bu adım atılmayacak olursa, zaman içinde inanca dönüşen kabullerin kendilerine destek bulacak sunumları sisteme taşıdıklarından da emin olacağız.
Buna göre, zaman içinde sisteme girip ‘kutsal bilgi’ hâline dönüşen kabullerin seyrettiği alan; ‘insan özgür iradesiyle değil, ezelde yazılanı ve de belirleneni yapar’ kabulüyle işleme giren yaklaşımdan neşet etmektedir.
Nitekim büsbütün olarak ‘kaderci’ zihniyetin ürettiği bu kabul, kendi adımını atma yeteneğinin yanında, iradesiyle öne aldığı hemen her şeyden hesap verecek ‘etkin varlık’ konumunda olan insanı ‘robotik varlık’ kümesine aldığından da emin durumdayız. Üstelik hemen her uydurma dinsellik kümesinde merkeze alınan bu yaklaşım, bu işten beslenen dinci kesimlerle birlikte, onları besleyen pek çok mesleğin devreye girmesine olanak sağlamış durumda olduğu da yakinen bilinmektedir.
Böylelikle, zaman içinde sisteme alınan büyü ve sihir mesleğinin ‘milyonlarca insanı robotik kümede ele alan takdir yaklaşımı’ olduğundan da haberli konumdayız. O sebepledir ki, daha ilk adımda ‘Allah’ın muhatabı’ konumunda olan insanın yalnızca iradesiyle seçtiği şeylerden hesap verecek olması, mutlak surette, onun iradesini devre dışına alan ‘yazgı/kader’ aşamasının geçersiz olduğundan da emin durumdayız. Hatta yapılanlardan ve dahi göz yumulanlardan hesaba çekilecek insanın akıl ve zekâ gibi yeteneğinin yanında, âdeta direksiyon konumunda olan akletme yani irade gücü üzerinden adım atacak konumda yaratılmış olması, bu niteliği daha işin başında onu Yaratanın verdiğinden şüphe edilmemesi de gerekmektedir.
Gariptir ki, mutlak surette ‘özgür’ şekilde var edilen insanın yapıp-etmelerinden her daim hesap verecek konumda halk edilmiş olması, ‘insan, ezelde yazılanı/belirleneni yapar’ ezberinin daha ilk adımda geçersiz olduğunu ifade etmektedir. Bu yüzdendir ki, kendi kontrolü dışında gelişen güçlerin insana zarar verdiği düşünülürse, daha ilk başta onun korunaksız bir şekilde yaratıldığına da inanılması gerekmektedir. Oysaki Dünya ortamında son derece korunaklı bir şekilde var edilmiş insana aynı zamanda dünya hayatının teslim edilmiş olması, hem ona güvenen Allah’ın, hem de onu merkeze alan yeteneğin farkında olunmasına da vesile olacaktır.
Eğer ki, büyü, sihir ve nazar olgusunun merkeze aldığı bir küme icat edilecek olursa, insan, ‘özgür varlık değildir’, zira ‘korunaklı bir şekilde halk edilmemiştir’, o yüzden de, ‘yapıp-ettiklerinden sorumlu olamaz’ ezberini inanç hâline getirildiğine de tanıklık edeceğiz. Ayrıca, atılan bu adımın zaman içinde sisteme giren ‘iradesiz canlı/köle varlık/fikirsiz muhatap’ konumuna taşındığından da haberli olacağız. Üstelik bahsedilen eğilimin savunucularının her daim ve de her durumda ‘güç sahibi’ olan kesim olması, bu kişilerin bahsedilen düşünceyi destekleyecek konumda olan ‘dinci/büyücü/nazarcı’ kesimden yararlandığı anlamına da gelecektir. Haddizatında, her daim kolaylıkla tespit edilip, açıkça görülen bu vasfın işin içinde yol alan bazı din adamlarınca desteklenen saha olması, işin merkezinde duran güç sahiplerini her daim besleyen gıdaya dönüştüğünde uzak durulmamasını da merkeze taşıyacaktır.
Üstelik insan için kandırma ve dahi korkutma projesi şeklinde piyasaya sürülen bu yaklaşımın gök cisimlerini büyüsel sistemin merkezine almış olması, zaman içinde bilim konumunda olan Astronomi alanının büyüsel eğilim aşamasında olan Astroloji basamağına taşındığından da haberli durumdayız.
Bu sebeple, gök cisimlerinin ‘insan karakterini etkileyen sihir kümesi’ olarak lanse edilmesi, ‘tabiat yasası’ denilen Coğrafyanın büyüsel kümede öne alındığına inanılmasına da vesile olacaktır. Oysaki bahsedilen eğilim sisteme alınırsa, insanı yaratan varlığın merkeze aldığı adaletin ‘gerçekleşmez beklenti’ olduğundan şüphe edilmemesi de gerekmektedir.
Aynı zamanda, daha ilk adımda putperest eğilimden ortaya çıktığı bilinen ‘göz değmesi/nazar’ inanışı, zaman içinde sisteme taşınan ‘haksız kazanımın dinsel boyutu’ olarak bilinmektedir. O yüzden de, büsbütün olarak Psikoloji alanındaki kopuşlardan ortaya çıkan ‘göz değmesi’ sorunların zaman içinde nazar ve büyü alanına taşınması, Vahyin bahsettiği ‘öfkeli bakış’ tespitinin kızgınlık aşamasından çıkıp, muhatabına zarar veren basamağa taşınması anlamına da gelecektir. Eğer ki, ilgili ayeti önyargısız okuyacak olursak, bahsedilen durum, insan psikolojisinin geldiği aşamayı bilmemize de olanak sağlayacaktır.
Ayrıca, bununla ilgili olarak dile getirilen sonsuz derecede öyküye yer verilmesi, olası ezberin insanı etkileyen yapısının anlaşılmasını da devre dışına almış konumdadır. Bu sebepledir ki; yeni doğan bebeklerin omuzunda, alınan evin girişinde, arabanın camında, iş yerinin her yerinde asılan nazar boncuklarının hemen her insanı ‘nazarcı/nazar eden’, yani ‘göz değdiren/göz değmesi’ adımının olağan muhatabı olduğunu da her daim devreye almış durumdadır. O yüzden de, büsbütün haksız ve de geçersiz durumda öne çıkan bu ezberin ‘insan ile eşyayı koruma amacıyla gerekli adım ve de elzem aşamadır’ deyip durulduğundan haberdar olduğumuzun da farkındayız.
Üstelik yaşanılan süreçte aktif konuma geçen nazar eden kişiler tarafından nazara uğrayan/ nazar gören insanların ‘nazar boncuğu’ denilen malın müşterisi olduğundan emin kalınması da her daim elzem gözükmektedir.
Artık, insanı bu gibi durumlardan korunaklı halde yaratan Allah’ın dediğine kulak verecek olursak, O’nun dediği ile zaman içinde piyasaya sürülen durumun asla ve kata uygun olmadığının tespiti de kolaylıkla yapılacaktır. Zira O’nun açık ettiği; “[Ey Peygamber!] O kâfiler/müşrikler okuduğun Kur’an’ı dinledikleri zaman sana öyle bir hırs ve hınçla bakarlar ki neredeyse seni gözleriyle devirecekler dense yeridir. Onlar senin için, “Bu adam cinlerden ilham alan dengesiz biri!” deyip duruyorlar.
[Oysa bilmiyorlar ki sana vahyedilen] Kur’an, insanlar için hem bir öğüt, hem de şan ve şeref kaynağıdır.” (Kalem, 68/51-52) beyanı, kendilerini eleştiren ve hak yolun dışında gören Elçiye duyulan öfkeyi anlatan muhteşem benzetme adımının yaşanan kültürel algı üzerinden dile getirilmiş şeklidir.
Esasında, Allah’ın dediklerine kulak verecek hemen herkesin kolaylıkla anlayacağı şey, Peygambere duyulan öfkenin tanıtımı esnasında kullanılan öfke hâli deyişinin; hırs, hınç, kızgınlık, yok etme ve düşmanlık tavrı ve de duygusal beklentisi üzerinden dile getirildiği ‘gözle devirme’ benzetmesi olduğu da muhakkaktır. (Bkz.: Kalem, 68/51). O nedenledir ki, zaman içinde ‘nazar etme/nazara uğrama’ konumuna alınan bu ifade, o güne değin yaşanan durum üzerinden verilen örneklikten ibarettir. Bu yüzden de, Allah’ın deklere ettiği ‘psikolojik hal/ruhsal durum’ tespitinin insan tarafından tanınan ‘psikolojik bir aşama/duygusal eğilim’ olduğunun bilinmesi, işin içinde olan Vahye göre yapılan tanımın manası da kolaylıkla anlaşılacaktır. Ancak, zaman içinde Allah’ın dediğini değil, dünden gelen nazar kabulünü işleme alan rivayetlerin olması (Bkz.: Buharî, Tıb, 36; Müslim, Selâm, 41; İbn Mâce, Tıb, 32), konu hakkında söz eden Allah ve Peygamber aşamasında kimin doğru dediği konusunda şüphelerin ortaya çıkmasına da vesile olmuş durumdadır.
Benzer şekilde; fal ve fal okları ifadelerinin de o güne değin işleme alınan nazar ve büyü adımını tanımlayan kabul olması, işin içinde olan Allah’ın, ‘…kim olursa olsun Allah’ın izni/onayı olmadıkça size zarar veremez!’ (Bkz.: Bakara, 2/102, 103) tespitine duyulan güveni de merkeze almaktadır. Zira Allah’ın dediğine göre; “Ey Mü’minler! Sarhoş edici her türlü içki, kumar ve şans oyunu, putlar [ya da Kâbe’nin etrafına dikilen ve putperestliğin nişanesi olan taşlar] ve [önemli bir işe girişmeden önce o işin sonunun nasıl olacağına dair bir tür kehanette bulunmak için çekilen] fal ve kısmet okları, Şeytan kaynaklı bir pisliktir. Bütün bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan ise, gerek sarhoş edici içkiler, gerekse kumar ve şans oyunları vesilesiyle aranıza düşmanlık, kin ve nefret tohumları saçmak ve böylece sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Böyleyken siz hâlâ bütün bu pis işlerden vazgeçmeyecek misiniz?!” (Mâide, 5/90, 91). Kanaatimizce, işin içinde olanları yakından tanıyan Allah’tan daha doğru ve etkili şekilde söyleyecek kimse de bulunmamaktadır.
Durum böyleyken, Hak Dinden uzaklaşan kesimlerin merkeze aldığı burç, büyü ve muska olayının mutlak surette etkin varlık anlayışından çıktığı da her daim mâlum konumdadır. O yüzden de, Astrolojide ele alınan burç olayı, güneşin ve gezegenlerin dönüşlerinin insan karakteri üzerindeki baskın hâlini merkeze alan ‘dışsal tespit’ eğiliminden ibarettir. Daha ziyade, ‘sizi gelecekte neler bekliyor!’ adımını işleme alan bu aşama, mutlak surette insanı zamanın robotik varlığına dönüştürmüş durumdadır. Ayrıca, dünya insanını yazgısal konumu gereği belli oranlara ayıran bu yaklaşım, her daim ‘yazılanı işleyen insan’ adımını merkeze alan kaderci eğilimi besleyen kabulün de bilinen adı olmaktadır. Üstelik 12 Aya bölünen süreçte dünyaya gelenlerin işleyecekleri şeyle ezeldeki yazgıyla belirlenmiş olması, işin içinde olanın irade sahibi varlık değil, işlenilecek fiiller üzerinde etkin konumda olan burca köle olan insan olduğundan da haberli kalınmalıdır.
Bununla birlikte, İslâm’ın onay vermediği kalıntılardan olan nazar etme/nazara uğrama yani göz değmesi işlerinden etkilendiği düşünülen kişilerin tedavisi amacıyla ‘Allah’a yönelme’ adımının işleme alınması, daha ilk adımda, insan psikolojisinin düzeltilmesi kabulünden hareket etmektedir. Bu yüzden de, kim olursa olsun, eğer ki, bu gibi etkilerin altında kalmış ise, öncelikle Allah’a güvenecek, sonrasında ise, işin gereği olan tedaviye başvuracaktır. Nitekim böylesi durumlarda insana önerilen ayet (Felak, 113/1-5; Nâs, 114/1-6) ve duaların ‘psikoloji düzelten adım’ olduğu bilinirse, bireyin eğitiminden bahseden aşamanın da farkında olunacaktır. Üstelik zaman içinde sisteme alınan nazarlıkların bazı kesimler için ‘gelir kümesi’ olması, aynı şekilde, üretilen duaların da olası pazardan beslenen adıma denk geldiği kuşkusuzdur. O nedenledir ki, insanı büyü, sihir ve nazardan korumak için öne alınan ayetlerin rakamsal tekrarından bahsedilmesi (7 Felak, 1 Nâs, 1 Âyetü’l-Kürsî, 1 Fatiha okumak), hakikati bulma amacıyla insan indirilen ayetlerin amacının devre dışına alındığı manasına da gelecektir.
Üstelik her daim açıkça deşifre edebiliriz ki, dünya hayatının ‘baş aktörü’ konumunda yaratılan ‘donanımlı varlık’ basamağında olan insanı; Şeytan, Cin, sihir, büyü, nazar vb. gibi dışsal saldırılardan koruma adımını merkeze alan Yüce Allah’ın dediği şekliyle; insan, ‘yöneten varlık’ konumunda halk edilmiştir. Ancak, geçen zaman içinde akıl ve irade sahibi insanı ‘yönetilen varlık’ basamağında öne alan yaklaşımların olması, daha ilk adımda kendini ‘dışsal güç’ dediği kontrolsüz alana teslim edenlerin varlığından da haberdar edecektir. O yüzdendir ki, geçen zaman sürecinde merkeze alınan büyü, sihir, nazar ve diğer kabullerin ‘dışsal saldırı’ kümesinde olması, daha ilk adımda dünyanın emanet edildiği insanın korunaksız yaratıldığı anlamına da gelecektir.
Ayrıca, Astroloji denilen şeyin insanın kaderini belirleyen durum olarak dile getirilmesi, mutlak surette ‘robotik varlık’ konumunda olan insanın; değersiz, kıymetsiz hatta etkisiz üstelik de anlamsız varlık olduğunu her durumda açıkça deklere edeceğinden de şüphe duyulmamalıdır.
Bundan dolayı, Allah’ın güvendiği insanın bu boyutta halk edilmediğinin bilincinde olarak her daim kolayca diyebiliriz ki, insanı dışsal tehlikelerden koruyan Yüce Allah, onun ‘hakikati bulma/gerçeği keşfetme/doğruyu tespit etme’ konusunda Kur’an’a/Vahye yakın durmasını da merkeze almaktadır. Nitekim ‘donanımlı varlık’ konumunda olan insanı merkeze alan Allah’ın işler kıldığı adımının Putperest kültürün merkeze taşıdığı yaklaşımları büsbütün olarak devre dışına alması, ‘O’na hakaret’ anlamına gelen şirkten, ‘insanı korkutma’ basamağında işleme giren büyüye değin, yalnızca Allah’a güvenilmesini öneren değerli duruşların takibi de her daim zorunluluk arz etmektedir diyebiliriz.
Bu yüzden de, bahsedilen aşamada ‘ruhsal sıkıntı/psikolojik travma’ yaşayanların yalnızca işi bilen Allah’ın önerisine kulak vermesi de gerekmektedir. Aynı zamanda, fizikî/bedensel ve manevî/ruhsal boyutta olan insanın olası durumlarda tedavi olacak konuma gelmesi, Allah Resûlü’nün dediği; ‘…tedavi olun…’ (Ebû Dâvud, Tıb, 11) sözüyle de gündeme gelmektedir. Üstelik yaşadığı süreçlerde Peygamberlerin bu gibi saldırılardan etkilendiğini söyleyen bazı rivayetlerin olması (Bkz.: Buharî, Tıb, 47, 50, Bedu’l-halk, 11, Cizye, 14, Edeb, 56, Daavât, 58; Müslim, Selâm, 43; İbn Mâce, Tıb, 45; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6/57, 63, 64,96, 367), kanaatimizce ileri sürülen bu görüşlerin Allah ve Peygamber onayı değil, onlar adına konuşan ve piyasaya sürülen kabullerin tedavüle çıkmış hâli olduğundan da haberli konumdayız.
Neticede ise, insanı kandırmanın kutsal kümede ele alındığı basamaklar olarak piyasaya sürülen bu adımın uzun zaman içinde ve dahi günümüzde hâlâ ‘gelir kaynağı’ konumunda olduğundan da emin durumdayız. O yüzdendir ki, daha ilk basamakta devreye alınan nazar ve muska gelirlerinden, sihir ve büyüyü tedavi edenlerin gelirlerine dek, hatta cinlenme denilen psikolojik rahatsızlığı işleme alıp ondan gelir elde edenlere değin her daim kazançlı konumda olan bu aşamanın etkinliğinden de sıklıkla söz edilmektedir. Üstelik ‘sömürü/haksız kazanç’ bandında yola çıkan bu işlemin yalnızca Müslüman kesimde değil, hemen her konumda olan milletler için sıklıkla merkeze taşındığından da haberli konumdayız. İşbu tespit nedeniyledir ki, hakiki durumun keşfi adına, inanan kesim olarak yalnızca Allah’ın dediklerine kulak verilmesi de gerekmektedir. Ve dahi, Allah’ın dedikleriyle çatışan her kabulün daha ilk adımda çöpe atılması, O’nun kulu olan Müslümana yakışan tavrın pratik edilmiş hâli olsa gerektir.
Prof. Dr. Namık Kemal Gündeş
Buna göre, zaman içinde sisteme girip ‘kutsal bilgi’ hâline dönüşen kabullerin seyrettiği alan; ‘insan özgür iradesiyle değil, ezelde yazılanı ve de belirleneni yapar’ kabulüyle işleme giren yaklaşımdan neşet etmektedir.
Nitekim büsbütün olarak ‘kaderci’ zihniyetin ürettiği bu kabul, kendi adımını atma yeteneğinin yanında, iradesiyle öne aldığı hemen her şeyden hesap verecek ‘etkin varlık’ konumunda olan insanı ‘robotik varlık’ kümesine aldığından da emin durumdayız. Üstelik hemen her uydurma dinsellik kümesinde merkeze alınan bu yaklaşım, bu işten beslenen dinci kesimlerle birlikte, onları besleyen pek çok mesleğin devreye girmesine olanak sağlamış durumda olduğu da yakinen bilinmektedir.
Böylelikle, zaman içinde sisteme alınan büyü ve sihir mesleğinin ‘milyonlarca insanı robotik kümede ele alan takdir yaklaşımı’ olduğundan da haberli konumdayız. O sebepledir ki, daha ilk adımda ‘Allah’ın muhatabı’ konumunda olan insanın yalnızca iradesiyle seçtiği şeylerden hesap verecek olması, mutlak surette, onun iradesini devre dışına alan ‘yazgı/kader’ aşamasının geçersiz olduğundan da emin durumdayız. Hatta yapılanlardan ve dahi göz yumulanlardan hesaba çekilecek insanın akıl ve zekâ gibi yeteneğinin yanında, âdeta direksiyon konumunda olan akletme yani irade gücü üzerinden adım atacak konumda yaratılmış olması, bu niteliği daha işin başında onu Yaratanın verdiğinden şüphe edilmemesi de gerekmektedir.
Gariptir ki, mutlak surette ‘özgür’ şekilde var edilen insanın yapıp-etmelerinden her daim hesap verecek konumda halk edilmiş olması, ‘insan, ezelde yazılanı/belirleneni yapar’ ezberinin daha ilk adımda geçersiz olduğunu ifade etmektedir. Bu yüzdendir ki, kendi kontrolü dışında gelişen güçlerin insana zarar verdiği düşünülürse, daha ilk başta onun korunaksız bir şekilde yaratıldığına da inanılması gerekmektedir. Oysaki Dünya ortamında son derece korunaklı bir şekilde var edilmiş insana aynı zamanda dünya hayatının teslim edilmiş olması, hem ona güvenen Allah’ın, hem de onu merkeze alan yeteneğin farkında olunmasına da vesile olacaktır.
Eğer ki, büyü, sihir ve nazar olgusunun merkeze aldığı bir küme icat edilecek olursa, insan, ‘özgür varlık değildir’, zira ‘korunaklı bir şekilde halk edilmemiştir’, o yüzden de, ‘yapıp-ettiklerinden sorumlu olamaz’ ezberini inanç hâline getirildiğine de tanıklık edeceğiz. Ayrıca, atılan bu adımın zaman içinde sisteme giren ‘iradesiz canlı/köle varlık/fikirsiz muhatap’ konumuna taşındığından da haberli olacağız. Üstelik bahsedilen eğilimin savunucularının her daim ve de her durumda ‘güç sahibi’ olan kesim olması, bu kişilerin bahsedilen düşünceyi destekleyecek konumda olan ‘dinci/büyücü/nazarcı’ kesimden yararlandığı anlamına da gelecektir. Haddizatında, her daim kolaylıkla tespit edilip, açıkça görülen bu vasfın işin içinde yol alan bazı din adamlarınca desteklenen saha olması, işin merkezinde duran güç sahiplerini her daim besleyen gıdaya dönüştüğünde uzak durulmamasını da merkeze taşıyacaktır.
Üstelik insan için kandırma ve dahi korkutma projesi şeklinde piyasaya sürülen bu yaklaşımın gök cisimlerini büyüsel sistemin merkezine almış olması, zaman içinde bilim konumunda olan Astronomi alanının büyüsel eğilim aşamasında olan Astroloji basamağına taşındığından da haberli durumdayız.
Bu sebeple, gök cisimlerinin ‘insan karakterini etkileyen sihir kümesi’ olarak lanse edilmesi, ‘tabiat yasası’ denilen Coğrafyanın büyüsel kümede öne alındığına inanılmasına da vesile olacaktır. Oysaki bahsedilen eğilim sisteme alınırsa, insanı yaratan varlığın merkeze aldığı adaletin ‘gerçekleşmez beklenti’ olduğundan şüphe edilmemesi de gerekmektedir.
Aynı zamanda, daha ilk adımda putperest eğilimden ortaya çıktığı bilinen ‘göz değmesi/nazar’ inanışı, zaman içinde sisteme taşınan ‘haksız kazanımın dinsel boyutu’ olarak bilinmektedir. O yüzden de, büsbütün olarak Psikoloji alanındaki kopuşlardan ortaya çıkan ‘göz değmesi’ sorunların zaman içinde nazar ve büyü alanına taşınması, Vahyin bahsettiği ‘öfkeli bakış’ tespitinin kızgınlık aşamasından çıkıp, muhatabına zarar veren basamağa taşınması anlamına da gelecektir. Eğer ki, ilgili ayeti önyargısız okuyacak olursak, bahsedilen durum, insan psikolojisinin geldiği aşamayı bilmemize de olanak sağlayacaktır.
Ayrıca, bununla ilgili olarak dile getirilen sonsuz derecede öyküye yer verilmesi, olası ezberin insanı etkileyen yapısının anlaşılmasını da devre dışına almış konumdadır. Bu sebepledir ki; yeni doğan bebeklerin omuzunda, alınan evin girişinde, arabanın camında, iş yerinin her yerinde asılan nazar boncuklarının hemen her insanı ‘nazarcı/nazar eden’, yani ‘göz değdiren/göz değmesi’ adımının olağan muhatabı olduğunu da her daim devreye almış durumdadır. O yüzden de, büsbütün haksız ve de geçersiz durumda öne çıkan bu ezberin ‘insan ile eşyayı koruma amacıyla gerekli adım ve de elzem aşamadır’ deyip durulduğundan haberdar olduğumuzun da farkındayız.
Üstelik yaşanılan süreçte aktif konuma geçen nazar eden kişiler tarafından nazara uğrayan/ nazar gören insanların ‘nazar boncuğu’ denilen malın müşterisi olduğundan emin kalınması da her daim elzem gözükmektedir.
Artık, insanı bu gibi durumlardan korunaklı halde yaratan Allah’ın dediğine kulak verecek olursak, O’nun dediği ile zaman içinde piyasaya sürülen durumun asla ve kata uygun olmadığının tespiti de kolaylıkla yapılacaktır. Zira O’nun açık ettiği; “[Ey Peygamber!] O kâfiler/müşrikler okuduğun Kur’an’ı dinledikleri zaman sana öyle bir hırs ve hınçla bakarlar ki neredeyse seni gözleriyle devirecekler dense yeridir. Onlar senin için, “Bu adam cinlerden ilham alan dengesiz biri!” deyip duruyorlar.
[Oysa bilmiyorlar ki sana vahyedilen] Kur’an, insanlar için hem bir öğüt, hem de şan ve şeref kaynağıdır.” (Kalem, 68/51-52) beyanı, kendilerini eleştiren ve hak yolun dışında gören Elçiye duyulan öfkeyi anlatan muhteşem benzetme adımının yaşanan kültürel algı üzerinden dile getirilmiş şeklidir.
Esasında, Allah’ın dediklerine kulak verecek hemen herkesin kolaylıkla anlayacağı şey, Peygambere duyulan öfkenin tanıtımı esnasında kullanılan öfke hâli deyişinin; hırs, hınç, kızgınlık, yok etme ve düşmanlık tavrı ve de duygusal beklentisi üzerinden dile getirildiği ‘gözle devirme’ benzetmesi olduğu da muhakkaktır. (Bkz.: Kalem, 68/51). O nedenledir ki, zaman içinde ‘nazar etme/nazara uğrama’ konumuna alınan bu ifade, o güne değin yaşanan durum üzerinden verilen örneklikten ibarettir. Bu yüzden de, Allah’ın deklere ettiği ‘psikolojik hal/ruhsal durum’ tespitinin insan tarafından tanınan ‘psikolojik bir aşama/duygusal eğilim’ olduğunun bilinmesi, işin içinde olan Vahye göre yapılan tanımın manası da kolaylıkla anlaşılacaktır. Ancak, zaman içinde Allah’ın dediğini değil, dünden gelen nazar kabulünü işleme alan rivayetlerin olması (Bkz.: Buharî, Tıb, 36; Müslim, Selâm, 41; İbn Mâce, Tıb, 32), konu hakkında söz eden Allah ve Peygamber aşamasında kimin doğru dediği konusunda şüphelerin ortaya çıkmasına da vesile olmuş durumdadır.
Benzer şekilde; fal ve fal okları ifadelerinin de o güne değin işleme alınan nazar ve büyü adımını tanımlayan kabul olması, işin içinde olan Allah’ın, ‘…kim olursa olsun Allah’ın izni/onayı olmadıkça size zarar veremez!’ (Bkz.: Bakara, 2/102, 103) tespitine duyulan güveni de merkeze almaktadır. Zira Allah’ın dediğine göre; “Ey Mü’minler! Sarhoş edici her türlü içki, kumar ve şans oyunu, putlar [ya da Kâbe’nin etrafına dikilen ve putperestliğin nişanesi olan taşlar] ve [önemli bir işe girişmeden önce o işin sonunun nasıl olacağına dair bir tür kehanette bulunmak için çekilen] fal ve kısmet okları, Şeytan kaynaklı bir pisliktir. Bütün bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan ise, gerek sarhoş edici içkiler, gerekse kumar ve şans oyunları vesilesiyle aranıza düşmanlık, kin ve nefret tohumları saçmak ve böylece sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Böyleyken siz hâlâ bütün bu pis işlerden vazgeçmeyecek misiniz?!” (Mâide, 5/90, 91). Kanaatimizce, işin içinde olanları yakından tanıyan Allah’tan daha doğru ve etkili şekilde söyleyecek kimse de bulunmamaktadır.
Durum böyleyken, Hak Dinden uzaklaşan kesimlerin merkeze aldığı burç, büyü ve muska olayının mutlak surette etkin varlık anlayışından çıktığı da her daim mâlum konumdadır. O yüzden de, Astrolojide ele alınan burç olayı, güneşin ve gezegenlerin dönüşlerinin insan karakteri üzerindeki baskın hâlini merkeze alan ‘dışsal tespit’ eğiliminden ibarettir. Daha ziyade, ‘sizi gelecekte neler bekliyor!’ adımını işleme alan bu aşama, mutlak surette insanı zamanın robotik varlığına dönüştürmüş durumdadır. Ayrıca, dünya insanını yazgısal konumu gereği belli oranlara ayıran bu yaklaşım, her daim ‘yazılanı işleyen insan’ adımını merkeze alan kaderci eğilimi besleyen kabulün de bilinen adı olmaktadır. Üstelik 12 Aya bölünen süreçte dünyaya gelenlerin işleyecekleri şeyle ezeldeki yazgıyla belirlenmiş olması, işin içinde olanın irade sahibi varlık değil, işlenilecek fiiller üzerinde etkin konumda olan burca köle olan insan olduğundan da haberli kalınmalıdır.
Bununla birlikte, İslâm’ın onay vermediği kalıntılardan olan nazar etme/nazara uğrama yani göz değmesi işlerinden etkilendiği düşünülen kişilerin tedavisi amacıyla ‘Allah’a yönelme’ adımının işleme alınması, daha ilk adımda, insan psikolojisinin düzeltilmesi kabulünden hareket etmektedir. Bu yüzden de, kim olursa olsun, eğer ki, bu gibi etkilerin altında kalmış ise, öncelikle Allah’a güvenecek, sonrasında ise, işin gereği olan tedaviye başvuracaktır. Nitekim böylesi durumlarda insana önerilen ayet (Felak, 113/1-5; Nâs, 114/1-6) ve duaların ‘psikoloji düzelten adım’ olduğu bilinirse, bireyin eğitiminden bahseden aşamanın da farkında olunacaktır. Üstelik zaman içinde sisteme alınan nazarlıkların bazı kesimler için ‘gelir kümesi’ olması, aynı şekilde, üretilen duaların da olası pazardan beslenen adıma denk geldiği kuşkusuzdur. O nedenledir ki, insanı büyü, sihir ve nazardan korumak için öne alınan ayetlerin rakamsal tekrarından bahsedilmesi (7 Felak, 1 Nâs, 1 Âyetü’l-Kürsî, 1 Fatiha okumak), hakikati bulma amacıyla insan indirilen ayetlerin amacının devre dışına alındığı manasına da gelecektir.
Üstelik her daim açıkça deşifre edebiliriz ki, dünya hayatının ‘baş aktörü’ konumunda yaratılan ‘donanımlı varlık’ basamağında olan insanı; Şeytan, Cin, sihir, büyü, nazar vb. gibi dışsal saldırılardan koruma adımını merkeze alan Yüce Allah’ın dediği şekliyle; insan, ‘yöneten varlık’ konumunda halk edilmiştir. Ancak, geçen zaman içinde akıl ve irade sahibi insanı ‘yönetilen varlık’ basamağında öne alan yaklaşımların olması, daha ilk adımda kendini ‘dışsal güç’ dediği kontrolsüz alana teslim edenlerin varlığından da haberdar edecektir. O yüzdendir ki, geçen zaman sürecinde merkeze alınan büyü, sihir, nazar ve diğer kabullerin ‘dışsal saldırı’ kümesinde olması, daha ilk adımda dünyanın emanet edildiği insanın korunaksız yaratıldığı anlamına da gelecektir.
Ayrıca, Astroloji denilen şeyin insanın kaderini belirleyen durum olarak dile getirilmesi, mutlak surette ‘robotik varlık’ konumunda olan insanın; değersiz, kıymetsiz hatta etkisiz üstelik de anlamsız varlık olduğunu her durumda açıkça deklere edeceğinden de şüphe duyulmamalıdır.
Bundan dolayı, Allah’ın güvendiği insanın bu boyutta halk edilmediğinin bilincinde olarak her daim kolayca diyebiliriz ki, insanı dışsal tehlikelerden koruyan Yüce Allah, onun ‘hakikati bulma/gerçeği keşfetme/doğruyu tespit etme’ konusunda Kur’an’a/Vahye yakın durmasını da merkeze almaktadır. Nitekim ‘donanımlı varlık’ konumunda olan insanı merkeze alan Allah’ın işler kıldığı adımının Putperest kültürün merkeze taşıdığı yaklaşımları büsbütün olarak devre dışına alması, ‘O’na hakaret’ anlamına gelen şirkten, ‘insanı korkutma’ basamağında işleme giren büyüye değin, yalnızca Allah’a güvenilmesini öneren değerli duruşların takibi de her daim zorunluluk arz etmektedir diyebiliriz.
Bu yüzden de, bahsedilen aşamada ‘ruhsal sıkıntı/psikolojik travma’ yaşayanların yalnızca işi bilen Allah’ın önerisine kulak vermesi de gerekmektedir. Aynı zamanda, fizikî/bedensel ve manevî/ruhsal boyutta olan insanın olası durumlarda tedavi olacak konuma gelmesi, Allah Resûlü’nün dediği; ‘…tedavi olun…’ (Ebû Dâvud, Tıb, 11) sözüyle de gündeme gelmektedir. Üstelik yaşadığı süreçlerde Peygamberlerin bu gibi saldırılardan etkilendiğini söyleyen bazı rivayetlerin olması (Bkz.: Buharî, Tıb, 47, 50, Bedu’l-halk, 11, Cizye, 14, Edeb, 56, Daavât, 58; Müslim, Selâm, 43; İbn Mâce, Tıb, 45; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6/57, 63, 64,96, 367), kanaatimizce ileri sürülen bu görüşlerin Allah ve Peygamber onayı değil, onlar adına konuşan ve piyasaya sürülen kabullerin tedavüle çıkmış hâli olduğundan da haberli konumdayız.
Neticede ise, insanı kandırmanın kutsal kümede ele alındığı basamaklar olarak piyasaya sürülen bu adımın uzun zaman içinde ve dahi günümüzde hâlâ ‘gelir kaynağı’ konumunda olduğundan da emin durumdayız. O yüzdendir ki, daha ilk basamakta devreye alınan nazar ve muska gelirlerinden, sihir ve büyüyü tedavi edenlerin gelirlerine dek, hatta cinlenme denilen psikolojik rahatsızlığı işleme alıp ondan gelir elde edenlere değin her daim kazançlı konumda olan bu aşamanın etkinliğinden de sıklıkla söz edilmektedir. Üstelik ‘sömürü/haksız kazanç’ bandında yola çıkan bu işlemin yalnızca Müslüman kesimde değil, hemen her konumda olan milletler için sıklıkla merkeze taşındığından da haberli konumdayız. İşbu tespit nedeniyledir ki, hakiki durumun keşfi adına, inanan kesim olarak yalnızca Allah’ın dediklerine kulak verilmesi de gerekmektedir. Ve dahi, Allah’ın dedikleriyle çatışan her kabulün daha ilk adımda çöpe atılması, O’nun kulu olan Müslümana yakışan tavrın pratik edilmiş hâli olsa gerektir.
Prof. Dr. Namık Kemal Gündeş
YORUMLAR