14155,46%0,76
42,69% 0,23
50,15% 0,06
5897,70% 0,71
9533,17% 2,62
Deneme Sınavlarıyla Yönetilen Eğitim: Çocuğu Unutan Sistem
Okul idarelerinin eğitimi yalnızca sayısal başarıya indirgemesi, günümüz eğitim sisteminin en görünmez ama en yıkıcı sorunlarından biridir. Eğitim, matematik ve fen üzerinden yürütülen bir yarış değildir. Çocuk; düşünebildiği, sorgulayabildiği, empati kurabildiği ölçüde gelişir. Ancak bugün birçok okulda bu temel gerçek, rakamların ve sıralamaların gürültüsü altında kaybolmuş durumdadır.
Bakanlık genelgeleri; öğrencilerin gelişimsel özelliklerinin gözetilmesini, ölçme-değerlendirmenin pedagojik ilkelere uygun yapılmasını ve çocukların psikolojik yük altına sokulmamasını açıkça vurgularken, sahada bunun tam tersine tanık oluyoruz. Neredeyse her hafta yapılan deneme sınavları, çocukları öğrenen bireyler olmaktan çıkarıp sürekli ölçülen nesnelere dönüştürüyor. Eğitim, öğretmekten çok test çözme pratiğine indirgeniyor.
Bu noktada sorun yalnızca sınavın varlığı değil; sınavın eğitimin yerine geçmesidir. Çocuk artık “ne öğrendim?” sorusunu değil, “kaç net yaptım?” sorusunu soruyor. Yanlış cevap, bir öğrenme fırsatı olmaktan çıkıp bir tehdit haline geliyor. Bu durum çocukta merak duygusunu değil, kaygıyı besliyor.
Alman sosyolog Theodor W. Adorno, eğitimin bu tehlikeli yönünü yıllar önce şu sözlerle uyarmıştı:
“Eğitimin amacı, düşünemeyen ama itaat eden bireyler üretmek olmamalıdır.”
Bugün deneme sınavlarıyla yönetilen okul düzeni, tam da Adorno’nun işaret ettiği noktaya sürüklenmektedir. Sürekli test çözen ama düşünmeyen; sorgulamayan ama talimatlara uyan; hata yapmaktan korkan bir öğrenci profili ortaya çıkmaktadır. Oysa eğitim, itaati değil eleştirel aklı güçlendirmelidir.
Bu tabloya velilerin iyi niyetle ama bilinçsizce eklediği baskı da eklendiğinde, çocuk için okul güvenli bir gelişim alanı olmaktan çıkar. Aileler çoğu zaman çocuğun kapasitesini değil, kendi kaygılarını merkeze alır. “Daha çok deneme”, “daha yüksek puan”, “daha iyi sıralama” talebi; çocuğun ruhsal dayanıklılığını aşındırır. Başarı bir hedef olmaktan çıkar, değer ölçüsüne dönüşür.
Çocuk ve ergen psikiyatrisi alanının önemli isimlerinden Donald Winnicott bu durumu çarpıcı biçimde açıklar:
“Çocuk, ancak kendisi olduğu haliyle kabul edildiğinde sağlıklı gelişebilir.”
Sürekli performansla değerlendirilen çocuk, zamanla “yeterli olabilmek” için kendisi olmaktan vazgeçer. Bu da ilerleyen yıllarda özgüven sorunları, tükenmişlik, anksiyete ve içsel boşluk duygusu olarak karşımıza çıkar. Bugün üniversite gençliğinde sıkça gördüğümüz bu ruhsal yorgunluk, tesadüf değildir.
Eğitim yalnızca sayısal derslerden ibaret değildir. Sanat, edebiyat, felsefe, müzik ve beden eğitimi; çocuğun kendini ifade ettiği, duygularını düzenlemeyi öğrendiği alanlardır. Bu dersleri “ikincil” ya da “gereksiz” görmek, çocuğun insan olma yolculuğunu yarım bırakmaktır.
Belki de artık şu soruyu yüksek sesle sormak gerekiyor:
Deneme sınavlarında başarılı ama hayata karşı kırılgan bireyler mi yetiştiriyoruz?
Eğitim; rakamlarla değil, insanla anlam kazanır. Ve insan, sadece ölçülerek değil, anlaşılarak gelişir.
Prof. Dr. Kürşat Şahin YILDIRIMER